Müslümanlık ağır zanaat!

Cumartesi günü o meşhur yağmurda güç-belâ bir taksi bulabildim. Sürücüsü, konuşmaya teşne bir arkadaş çıktı ve yarım saatte bana hayatını anlattı. İneceğim yere yakınlaşınca bu defa o bana soru sormaya başladı.

Zaman gazetesinde yazar olduğumu, daha önceleri ise üniversitede hocalık ettiğimi söyledim. Biraz sükût oldu, bu iki olguyu yan yana getirmekte zorlanmış olmalı ki yekten, “Atatürkçü müsünüz?” diye sordu. “Değilim” dedim, şaşırdı, “Nasıl?” dedi, bunu beklemiyordu. “Gericiyim, bildiğin gerici.” dedim. “Olur mu estağfurullah” dedi. “Peki sen Atatürkçü müsün?” diye sordum, “Evet” dedi, “Peki ne demek Atatürkçülük?” deyince coştu, “Ben Atatürk’ü seviyorum, çağdaş insan ya, gerici değil, dinin yeri ayrı hükümet işi ayrı yani” dedi ve ekledi, “Valla biz dededen böyleyiz.” “Hacıları hocaları da sevmeyiz abi, ters geliyor bize onlar. Dedeme vaktiyle, biz Alevi miyiz dedim, yok oğlum dedi, Alevi olsaydık söylerdi. Dedemin de inancı yoktu. Cennet cehennem burada oğlum, öyle bir şey yok derdi. Öldü mü gidiyorsun derdi. Ha, babam da öyleydi, bütün her şeyi burada göreceksin derdi. Biz bayramdan bayrama giderdik namaza, Cumaya da gitmem ama dayılarım filan gider.” İnerken, “Hocam bizde öyle vicdan var ki” diye açıldı, “Sokakta ezilmiş hayvan vardı, aldım götürdüm akciğeri patlamış doktora baktırdım, bir milyar masraf ettirdim, evde yaşıyor şimdi”

İnerken birbirimize güzel şeyler söyledik ama.

Birkaç saat sonra şarkıcı Leman Sam Hanım’la yapılmış bir sohbet haberi dikkatimi çekti; o da benzer şeyler söylüyor, “Ben dindar birisi değilim, belki de beni sevmelerinin sebebi birilerinin gözüne girmek için bir şey söylemeyen bir insan oluşumdur. Ben dindar değilim ama inananlara saygı duyarım. Burası yüzde 99’u Müslüman bir ülke. Müslümanlıkta vicdansızlığın olmadığını düşünürken iktidar, bürokratlar halk çok Müslüman, yeterince Müslümanlık var fakat bir zalimliktir gidiyor” diyor ve konuyu hayvanlara revâ görülen zulme bağlıyordu: “Bunlar da Müslüman, bunlar dinle bağdaşıyor mu?”

İki çiçekle bahar gelmez ama kabul edersiniz bu iki örneğin temsil kabiliyeti var. Kendimce bazı sonuçlar çıkardım:

-“Yüzde 99’u Müslüman bir ülke” yuvarlaması efsânedir. Toplumda, çok eskilerden beri dinle arasında mesâfe (bürûdet desem, bazı okuyucular kızacak şimdi!) bırakan mühimce bir öbek var ve kaale alınmak istiyorlar; bu talebi haklı buluyorum.

-Kendilerini “Dindar birisi değilim” diye tarif edenleri, bunu açıkça söylemeye sevkeden sebep, Müslümanlık ve dindarlık kimliğinin son otuz senede kamuoyu önünde sıkça açıklanması ve neticede siyasi iktidara taşınması olmuştur. Dünün Türkiye’sinde dindar kitle bunu izhar etmekten çekinirdi; daha doğrusu insanlar, dinle alâkalarını açıklamaya lüzum görmezlerdi. Kamuoyu nazarında dindarlık kimliği rahatça konuşulur hale gelince, dindar olmayanlar da “Biz de varız yahu” demek ihtiyacı duyuyorlar.

-Hükümete duyulan sıradan politik tepkiler, artık “Dindarlık” olgusu üzerinden seslendiriliyor. Kadına, çocuğa, mahkûma, sokak hayvanlara yöneltilen şiddetin adresini dolaylı da olsa dindarlığından ötürü vicdanlı olması gereken kesime yöneltmek böyle bir göstergedir.

-Doğru olan önceki hâldi; yani insanların kendilerini “Din” üzerinden tanıtmaya ihtiyaç görmedikleri nisbeten daha nâzik ve kavgasız bir dönemi kasdediyorum. Bu dönemde dindarların kendilerini devletin psikolojik baskısı altında hissetmesi ortak bir tepki geliştirdi, tepki de karşı tepkiyi.

-Kendilerini dindar diye tanıtanlar, yüksek vicdan ve merhamet gibi maddelerde sorumlulukların gereğini yerine getirmelidir en azından.


Kaynak (Arşiv)