"Müslüman" ve "sol" kavramlarının başına gelenler
Müslüman solcu' sıfatlarını taşıyan bir yeni parti kurulacağı haberi basında yankılanmaya başladı; bu haberin gündemde yer tutması, konuyla ilgili bazı kavramların yeniden gözden geçirilmesine vesile olduğu sürece anlamlıdır; kaldı ki, böyle bir partinin -velev- kurulmuş olsa bile, Türk siyasi hayatındaki âcil bir boşluğa tekabül edeceğini düşünmüyorum.
Öyleyse kavramlardan bahsedelim ve tek başına ayrı ayrı "Müslüman" veya "sol" nitelikler taşıyan partilerin başarısızlığının veri kabul ederek işe koyulalım. Siyasi hayatımızda "Müslüman parti" diye nitelenebilecek birden fazla teşekkül gördük. Yetmişli yılların başından itibaren yüzyılın sonuna kadar geçen otuz sene içinde birbirine teselsül eden partiler kuruldu ve hemen hepsi Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla kapatıldı. Demokratik ve laik kamu düzeni içinde, üyeleri belirli bir dinin mensuplarından ibaret bir parti düşünmek mümkün değildir. Nitekim Millî Nizam Partisi'nden Refah'a kadar uzanan zincir içinde muhtelif isimlerle ortaya çıkan partiler, tüzük ve programlarında açıkça zikredilmese de sözlü ifadelerle ve eylemlerle ortaya çıkan niyetleri bakımından mahzurlu görülerek kapatıldılar. Hemen belirtelim ki Batı Avrupa'da benzeri bazı partilerin mevcut bulunması, Türkiye için uygun bir örnek teşkil etmiyor; Türkiye için doğru örnek, Müslümanların bir parti kurarak dinî talepler nokta-i nazarından siyaset yürütmesi değil, mevcut partilerin seçmen kitlesinin inanç, kültür ve değerlerini gözönünde tutarak siyaset geliştirmeleridir. Tek Parti yıllarından itibaren laikliğin berbat ve yanlış bir tarzda uygulanması, laiklik politikalarının zaman zaman İslâm aleyhtarı sûretlere bürünmesi yüzünden Türkiye'de dindar kitlenin kendini mağdur hissetmesi, kabul edilmesi gereken bir olgudur. Sürekli aynı temalarla beslenen mağdurluk hali, sağlıklı bir duruş yeri değildir ve ne kadar haklı sebeplerden hareket etmiş olursa olsun kitlede "Rövanşizm", bir nevi intikamcılık hissi doğurur. Millî Nizam'la başlayan zincir halkaları, açıkça bu mağdurluk hâletini siyasi güce çevirmek arzusunu yansıttığı için sağlıklı ve mâkul bir esasa yaslanmamıştı; nitekim bu siyasi çizginin sözcüleri, çok doğru şeylerin yanında çok yanlış söz ve eylemler de ortaya koyarak esastan "duruş" yanlışlığını isbat ettiler. Bu siyaset çizgisinde yetişerek siyaseti öğrenmiş genç kuşak, 2001 yılında kurdukları AK Parti ile söz konusu "duruş" eğriliğini düzeltmeye kalkıştılar ve nisbeten başarılı oldular. Başarılı oldukları nokta, kısa sürede seçim kazanmak ve savunulabilir bir demokratik tecrübeyi hayata geçirmektir; başarısız oldukları yer ise, parti içi demokrasiyi işletmekte diğer partilerden daha önde olacaklarını vaad etmiş olmalarına rağmen zamanla sıradanlaşmaları ve ötekilere benzemeleri oldu.
Millî Nizam çizgisindeki partiler, zaman zaman açıkça ifade edilmesine rağmen hayli radikal sayılabilecek "sol" programlar ve retorikler de seslendirmişlerdi; bu nokta önemlidir ve hatırlanması gerekir.
Neticede bu uzun tecrübede olan "Müslümanlık" kavramına olmuştu; bütün acı hatıralarına rağmen 28 Şubat tecrübesi, bu hükmü doğrular.
Türkiye'de sol partilerin müşterek kaderi, desteğini istedikleri kitlelerle samimi ve sahici bir beraberlik kuramaması idi. O yüzden program ve retoriklerinde halkın yanında değil, karşısında yer alan parti suretinde göründüler ve radikalleşmekten kurtulamadılar. Onlar halkın bir şekilde dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyor ve kendilerini bu işle vazifeli sayıyorlardı; ne var ki bu niyetleri anlaşıldıktan sonra ise seçim kazanmak için en küçük şansları bile kalmıyordu. Bu durumda sol partilerin kaderi, Cumhuriyeti kuran öncülerin partisi durumundaki CHP ile aynileşiyordu. CHP, Türk toplumunun hızlı bir şekilde bir halden bir başka hale dönüştürülmesini öngörmüş, bunun için 23 yıl süreyle uyguladığı zecri politikalarla halkın antipatisini kazanmış ve ilk demokratik seçimden bu yana tek başına iktidara gelmeyi adeta unutmuştu. CHP dışındaki sol partiler, ister istemez CHP ile aynı misyonu, yani "toplumu eğitmek, adam etmek, dönüştürmek" görevini üstlenmek zorunda kalınca Türkiye'de sol kelimesi anlamını kaybetti. Cumhuriyet tarihinin en sağcı, en muhafazakar siyaset anlayışını temsil eden CHP, 60'lı yılların ortalarında kendini 'ortanın solu'na tayin ederken, öteki sol partiler ise CHP'nin devletçi ve resmî ideolojiden yana tavrını paylaşmaya mecbur kaldılar.
Solun bir başka talihsizliği ise basın-yayın hayatında köşebaşlarını elinde tutan burjuva sözcülerinin kendilerini "solcu" diye tanıtmalarıydı. Bu şöhreti ile basının ağır topları Türkiye'de kendilerini "kamu vicdanı" gibi takdim ettiler ve bu sıfatlarından ötürü meşrulaştırıcı bir mevki elde ettiler. Eğriyi doğrudan onlar ayırıyor, anayasaya neyin uygun olup olmadığına onlar karar veriyor, gerekirse orduyu, üniversiteyi, hatta bağımsız yargıyı bile etkileyebiliyorlardı. Bu bakımdan 'sol'un en talihsiz kariyeri, 27 Mayıs Darbesi'ni desteklemek ve meşrulaştırmak olarak hatırlanacaktır.
Olan 'sol'a oldu. Böylece toplumun çoğunluğu, "faydalı ve doğru olan, solun işaret ettiği yönün tam aksidir" gibi bir önyargı geliştirdi. Bu önyargı pratikte doğru sağlama vermiş olsa bile teorik açıdan yanlıştı ve Türk siyasetini, sanat ve edebiyat dünyasını, fikir hayatını 'sol murakabe'den mahrum bıraktı. Solun Türkiye'de "dinsizlik, Moskofçuluk, komünistlik, Rus uşaklığı" gibi menfur sıfatlarla lekelenmesinde sağ propagandistlerin emeği, kendini solcu zanneden fikir babası ve eylemcilerin gayreti yanında devede kulak mesâbesindedir!
Dolayısıyla Müslümanlıkla solculuğu hakkıyla bünyesinde birleştirebilmiş bir parti, Türk siyasetinin gerçek ihtiyaçları listesinde belki de ilk sırayı almaya namzettir; ne var ki her iki kavramın sabıka listesi hayli kabarık. Bu projenin başarıya ulaşması için evvelemirde basının son derece dürüst ve ahlaki bir yaklaşımla destek vermesi, saniyen sabırla ama israf edilmeden doldurulması gereken hayli uzun bir olgunlaşma döneminin tamamlanması lâzımdır zannındayım.
AKLINIZDA BULUNSUN:
PAKİSTAN'I GÖRMÜŞ GİBİ OLMANIZ İÇİN BİR KİTAP
Sular seller gibi zevkle okunabilen, hemen her sayfasında konuyla ilgili birbirinden ilginç fotoğraf ve tesbitlerle zenginleşmiş bir kitap arıyorsanız, sizi hayal kırıklığına uğratmayacak bir eser tavsiye edebilirim.
Yıllarca Pakistan, İran ve Afganistan coğrafyasında gazetecilik mesleğini sürdüren Harun Çelik, bugünlerde "Uzaktaki Yakın Ülke: Pakistan" ismiyle bir kitap yayımladı. Gazetelerin dış politika sayfalarında bölgeyle ilgili haberleri daha iyi anlamanızı ve hatta paylaşmanızı sağlayacak değerli bilgiler ihtiva eden bu çalışmanın ilk baskısı, Ankara'da Aktüelya tarafından yapıldı. Baskı sayısı şimdilik sınırlı tutulduğu için elinizi çabuk tutmanız gerekiyor.
Bilgi için Tlf: 0312 434 52 50