Mü'minlerin ütopyası âhiret yurdudur

"Kur'an ve kölelik kurumu ilişkisini irdeliyorsunuz... hakçası, işin içinden çıkamıyorsunuz. Şunları, şunları, şunları değiştirdim diyen bir kitap için kölelik, minicik bir teferruattır ve önemsizdir âdeta. Ama neden yok...!!!

"İnsan Allah'ın halifesi ise, niçin bir kısım halifesinin, nasıl hâlâ metâ olarak tasarruf edilmesine razı olur? Kölelikten çok ama çok daha önemli sosyal kurumları değiştirdiği halde iş köleliğe gelince niçin?.. gücü neden köleliğe yetmemiş?"

............

Okuyucu bundan on sene önce kaleme aldığım bir yazı hakkındaki fikirlerini böyle yazmış defterine. O yazıda ("İnsan haklarının etik temeli, Kölelik ve İslâm Üzerine", Ateş Tecrübeleri, Ötüken, 1996), insan haklarıyla İslâm'ın zâhirde çatışır gibi görünen Kölelik müessesesi üzerinde durmuştum: İslâm köleliği radikal bir üslupla kaldırmamış fakat tedricen ortadan kaldırılması yolunda mü'minlere istikamet göstermişti.

"Şunları, şunları değiştirdim diyen kitap için kölelik minicik bir teferruattır ve önemsizdir adeta" itirazı ilk bakışta haklı gibi görünüyor fakat dikkatle düşünüldüğünde İslâm'ın dünyayı ıslah eden bir ilâhî irâde tecellisi olmadığı, ancak tavsiye ve istikamet göstermek tarzında emir ve yasaklar ihtiva ettiği farkedilecektir. İnananlar için Allah'ın "Gàlib" sıfatı dünya hayatında değil, öteki hayatımızda tecelli edecektir; aksi varid olsaydı ortada "din" olmayacaktı; gönderdiği kitaptaki hükümleri ânında icrâya koyan Rab, "din"in teorisini kendi iradesiyle yıkmış olur. "Öldürmeyeceksin" sözü, gramer itibariyle bir emirdir fakat bir Allah kelâmı olarak dünya üzerinde hemen yerine gelmesi mukadder bir müeyyidesi yoktur. İnananlara göre emrin verilmesi ile aksine hareket edilmesi durumunda ortaya çıkacak olan müeyyide arasında bir "vâde" vardır. "Öldürmeyeceksin" emri ile bu emrin müeyyidesi zaman itibariyle bitişik olsaydı, insanlara iman teklif edilmesine gerek kalmayacaktı. "Ana ve babanıza üf bile demeyiniz", hem bir emir, hem de bir ihtardır; bu ihtara riayet edilmediğinde Allah, va'di üzre itaatsizliği cezalandırır ama ânında değil. Bütün din teorisi, vâde üzerine kurulmuştur; bu vâde müddetince insana iman teklif olunmuştur; insan, kendisine teklif olunan iman mükellefiyetine riayet ettiği ölçüde mü'min sıfatını taşır. İmanın bükülmez şartı ise gaybe inanmaktır; gayb, yani vâde hitâmında zuhur edecek olan hakikat.

Şüphesiz Allah dileseydi insanlar Rablarına ve birbirine karşı zâlim olmazlardı; kavga etmeden bölüşür, tâkatlerinin son haddine kadar çalışır, gıybet bilmez, isyan etmez, hırsa kapılmaz ve cinayet işlemezlerdi. İnsanı böyle bir hâlet ve tabiat içinde tasavvur etmek mümkün müdür? Allah, insanlara, kendisine isyan hakkını bile fiilen tanıyarak onları bir imtihanla başbaşa bırakmıştır. Bunun aksi, sorulardan önce cevapların yazdırıldığı bir imtihan tarzı olurdu.

Dinin hudutlarını çizdiği insan hürdür ve tefrik kabiliyeti ile donatılmıştır; o, hürriyetle irâdeyi beraber teslim almış bir mahlûktur. Kitab, insana emir ve yasaklarda bulunmadan önce onun tabiatını, yani hürriyet alanlarını belirlemiştir. Kitabın getirdiği her yasak, o fiilin icrâsının dahi mümkün olduğunu zımnen beyan eder: "Veyl eksik tartanın haline" âyeti, insanın tartıda fesatlık yapabileceğini öngörür. Okuyucunun talebi ise bundan başka bir şeydir: "Niçin eksik tartı diye bir fenomenle karşı karşıyayız?". Eğer tartıda hile yapılamayacak olsaydı, Allah'tan korkarak teraziyi düzgün tutanlar nasıl ödüllendirilecekti ki?

"İnsan Allah'ın halifesi ise niçin bir kısım halifesinin hâlâ metâ olarak tasarruf edilmesine razı olur?" sualine, yukardakine paralel bir izah getirmek mümkün: "Halifelik" sıfatı, "halef" kökünden geliyor; halef ise selefle aynı dereceyi haiz olamaz. Allah'ın insanı "halifelik" ile onurlandırması, insanın ulûhiyetine karîne değildir.

Kölelik meselesine yeniden eğilelim: Kölelik, insanın Allah tarafından öngörülmüş ve biçimlendirilmiş tabiatında mevcut —ama meşrûlaştırılmamış— bir müessesedir. Bizim köleliği tarihi bir kategori olarak algılamamız, ilerleme ve aydınlanma fikrinin zihinlere bulaştırdığı bir ârıza. Kölelik dün vardı ve dünün hukukunda biçimlendirilmiş bir müessese idi. Bugünün hukuku köleliği meşrûlaştırmıyor, hatta dikta rejimlerinde bile köleliğe cevaz veren bir kanun uygulaması kalmadı fakat kölelik fiilen devam ediyor. Öyleyse köleliğin târifine bakmalı. Leonard Hobhouse'a göre kölelik, "Kanun ve geleneklere göre başkalarının malı sayılan insan"dır; Herbert Spencer'in târifi daha çağdaş: "Başkasının arzularını tatmin zorlaması altında çalışan kimse". Bir başka ayrıntı daha, Cemiyet—i Akvam'ın "Kölelik konvansiyonu'nu kabul tarihi 1926'dır. XX. Yüzyıl!

İslâm'ın yaklaşımı köleliği meşrûlaştırmıyor; tedricen ortadan kalkmasını öğütlüyor. Köleliğin modern versiyonları, "çağdaş" toplumlarda rengârenk; kimse şüphe etmemelidir ki kölelik, Spencer'in tarifiyle önümüzdeki asırlarda da varlığını sürdürecek.

Bence bütün mesele Kur'an okumalarının ön hazırlığına bağlı: Ben Kur'an'da —belki de ilgi duyduğum ilmî disiplinler itibariyle— insan tabiatının ezelî ve ebedî değişmezlerini, insan topluluklarının davranış kategorilerini gördüm ve okudum. Bütün tarih tecrübemiz, insanın ve toplumun öngörülmüş tabiatından dışarı çıkamadığını ve çıkamayacağını gösteriyor. "İlerlemeciler"in yanıldığı nokta burada; İnsan "evrim" geçirmedi ve geçirmiyor; hepimiz birer "Âdem ve Havva"yız, Hâbil ve Kabil'iz Kur'an'da hikâye edilen esâtirî kıssalar, sadece dünü değil, bugünü ve yarını da anlatıyor. Hepimiz birer köle tâciri, köle ve köleliğin son bulması için didinen birer hürriyet savaşçısıyız. Yeryüzünde ütopya yok; inananların ütopyası âhiret yurdudur.


Kaynak (Arşiv)