Mülkiyeliyim, yakışıklıyım, üstelik Cumhuriyet okuruyum!

"Gülünesi şeylere şahit olup nasıl ciddi yazı yazarım?" diye dertlenen yazının mürekkebi bile kurumadan, güüüm, buyrunuz: Türk seçmeninden yarısının kalbini incitmekten çekinmeyen Savcı Beyimiz, "Global sermaye aktörlerinin canı sıkılmasın, hafta sonu borsa tepetakla aşağı yuvarlanmasın" diye olsa gerek, bir ince fikirlilik gösterip iddianâme-muhtırasını cuma mesai saatinin bitimine denk getirince, bir duygu insanı olarak gözyaşlarımı zaptedemedim; bir güzel ağlayıp sâkinleştikten sonra, "Ey Globalizm, nelere kadirsin!" diye derin düşüncelere daldım; uyumuşum.

Ertesi sabah ilk iş, hiç yapmadığım bir şey yaptım; gazete bayiine, "Ver bir Cumhuriyet; damardan olsun" dedim. Gazeteci, "abi, sen de mi?" dercesine baktı; "boşver bi kerecikten bi şey olmaz" dedim. Bir baktım, ortaya karışık cinsinden "Kapatma davası" diye sade suya tirit bir manşet. İçimden "belli ki uyanamamışlar; neyin nesidir, biri bizi işletiyor olmasın sakın" diye temkinli bir başlık koymuşlar diye düşünüp iç sayfalara geçtim. Bir de ne göreyim: 11. sayfada "Küba'da elektrikli aletler serbest" diye bir haber. Meğer Fidel'in ufak biladeri Raul (Real Madrid'in santrforu olan Raul'le karıştırmayınız; çocukların erişemeyeceği serin bir yerde tutunuz), elektrik üretimindeki dar boğazı Venezuella'dan tedarik olunan ucuz petrol marifetiyle aşınca, -sıkı durunuz- bilgisayar, DVD oynatıcı, ufak ekran Tv alıcısı, mikrodalga fırın -ve bir daha sıkı durmanızı recâ ederim-, elektrikli düdüklü tencere ve bilumum elektrikli pilav tencerelerinin kullanılmasına dair bir genelge yayınlamış; klima ve elektrikli fırınların serbest bırakılması ise önümüzdeki yıllarda düşünülebilecekmiş!

Derken alışkanlık mı oldu nedir, tuttum dün sabah da bir Cumhuriyet istedim gazeteciden; çocuk beni tanıyor, etraftan kimse görmesin diye sağı solu kolaçan edip Cumhuriyet'i bir başka gazetenin magazin ilavesinin arasına sarıp verdi. "Türkiye'de mahalle baskısı yoktur" diyenler ibret alsın...

Baktım, ilk sayfa eteğinde "Yalçınkaya'nın dedesi Şeyh" diye bir haber kutusu; müşarünileyh'in anne tarafından dedesi Nakşibendi Şeyhi Kürt Hacı Ali Efendiymiş; ayrıca hiç ilgisi olmamasına rağmen analizci yazar, Urfa'nın yetiştirdiği laikçi, ilerici, aydın din adamlarından da bahsetmiş (Şeyh Saffet meselâ) Suut Kemal Yetkin de Şeyh Saffet'in oğluymuş. Yazar bu garip bilgi salatasını şöyle te'lif ediyor: "Atalarının Kürtlük ve Nakşilikle ilgisine karşın Abdurrahman Yalçınkaya'nın ailesi tipik bir Cumhuriyet ailesi olarak biliniyor". Bu cümledeki "karşın" kelimesi üzerinde bir teşehhüd miktarı düşündükten sonra, koca Cumhuriyet gazetesinde Nakşilerin lehinde kaleme alınmış bir başka cümle daha çıkar mı acaba diye merak ettim, arka sayfaya baktım, tam sayfa rakı ilanı, "Keyifle ve kararında içiniz" diyor.

Rahmetli annem Nakşî idi; oradan bilirim; Nakşîlerin yegâne meşrûbatı çaydır; ille de semâverde olacak, semâver de muhabbetinden inim inim inleyecek...

"Bayram değil seyran değil; Cumhuriyet'in bu Nakşilik muhabbeti nereden derpîş etti" diye ikirciklendim; meğer Dinci basının gazetecileri Urfa sokaklarında dedektifçilik oynamaya, Savcının soyunu-sulbünü tahkike başlamışlar imiş; Cumhuriyet de elini tez tutup, bizi bir güzel aydınlatıyor.

Haydii... sen ol da gözyaşlarını zaptet bakalım. Diyeceksiniz ki, iddianame-muhtıra ile Küba'da düdüklü tencerenin serbest bırakılması arasında ne alâkâ var ki, yazar daldan dala konup ota çiçeğe ağlayıp durmaktadır. Aziz okuyucu, ağlamak, gülmenin son kertesi, ifrât hâli, galeyan mevkiidir de ondan...

...

Bunlar işin gırgır faslı; diyorum ki, şu curnatada işveren ve global sermaye muhitleri şu cool duruşumu dikkate alıp beni desteklerler mi acaba dersiniz? Mâlum: Mülkiyeliyim, dürüstüm, yakışıklıyım, iki günden beri de Cumhuriyet okuyucusuyum; eee?..


Kaynak (Arşiv)