Muktedir bir Türkiye, Batı’yı korkutuyor

The Independent gazetesinde yayımlanan ‘Türkiye’nin ekonomik mucizesi artık zeval mi buluyor?’ başlıklı yorum yazısı, tahmin edileceği üzere Türk basınında anında yankı buldu. Bazı Türk yorumcular, çok daha atik davranarak gazetenin web sitesinde yayımlanan makalenin altında, artık aşinası olduğumuz polemiklere girişmekte dakika sektirmediler. Bunlardan biri çok manidardı: “Bunlar İmam-Hatiplerin, Fethullah’ın, Tayyiplerin mârifetleri; başka ne bekliyordunuz ki?”

‘Cimbom’ takma adını kullanan Türk yorumcu, meâlen şöyle devam ediyordu: “Son on yılda alınan milyarlarca dolar borç ekonomik bir başarı gibi görünebilir ama demokratik değerler gitgide aşınıyor. Radikal İslamcı hükümet bağımsız ve tarafsız yargıyı ortadan kaldırdı; değil adil yargılama, duruşma bile yapmadan masum muhalifler İslâmi faşist rejim tarafından hapse atılıyor. Türkiye demokratik değerler açısından bir utanç kaynağıdır. Türkiye, modern toplumda yeri olmayan İslami değerlerin teşvik edildiği bir merkez haline geldi.”

Ne kadar tanıdık, ne kadar mâlum cümleler; biz her gün, bir kısım gazetelerin web sitelerinde buna benzer yorumlardan düzinelercesi ile karşılaşıyoruz!

Sadede gelelim: Patrick Cockburn imzalı makalenin iki boyutu dikkati çekiyor; bunlardan ilki, Türkiye’nin kendisine duyduğu aşırı güven yüzünden kendi eliyle şişirdiği ekonomik bir balonu gerçek bir ekonomik başarı zannedebileceğidir. Yazar İrlanda ve Yunanistan’ın bu akıbete uğradığını hatırlattıktan sonra yabancı sermaye akışının kısa sürede tersine dönebileceğini ileri sürüyor.

İkinci olarak Cockburne, -bana göre ağzındaki asıl baklayı çıkararak- Türkiye’nin, ekonomik metanetiyle doğrudan ilgisi bulunmayan aşırı güven hissiyle bölge lideri gibi davranmaya başlamasına dikkat çekiyor. Komşularıyla hızla kötüleşen ikili ilişkilerin bir ikaz işareti olduğunu belirten yazar, AB sürecinin sekteye uğramasıyla Kürt meselesi ve Kıbrıs’ta çıkmaza girdiğini hatırlatıyor.

Satır aralarından çıkan anlam, Türkiye’nin bir bölge gücü, ‘büyük devlet’ edasıyla davranmaya başlamasının, Batı çevrelerinde uyandırdığı ciddi rahatsızlık, hatta endişedir.

Türkiye, dış güçler tarafından rahatlıkla kontrol (hattâ manipulation) edilebildiği dönemlerde, çok vahim bir borç sarmalı içinde bulunuyor, kamu kaynaklarını ciddi surette israf ederken yatırımlardan çok borçlarını çevirmekle uğraşıyordu. O dönemlerde Türkiye’de rejimin niteliği, AB ile ilişkiler, demokratik standart ve değerler, insan hakları ihlâlleri gibi arızalar üzerinde durulduğuna şahit olmuyorduk. Bu süre zarfında Türkiye’nin askerî vesayet altında sürekli darbelere muhatap olması ve darbe baskısı altında yaşaması, insan hakları ihlâlleri, iç bünyede yaşadığı mezhep çatışmaları ve ucu kanlı cinayetlere kadar uzanan ideolojik kavgalar da pek dikkat çekmiyordu. Ancak siyasi istikrarı yakalamaya başladığı, kaynaklarını daha itinalı kullandığı ve ekonomik durumunu iyileştirmeye başladığı bir periyotta, Batılı çevrelerden bu tür ikaz kılığına bürünmüş homurtuların yükselmesi anlamlıdır.

Bu değerlendirmeyi yaparken, sistemin demokratikleşmesinde Batılı standartların verdiği ilhamı gözden uzak tutmuyorum.

Batılı çevreler için ideal Türkiye kompozisyonu, iç sıkıntılarından fırsat bulup bölgesinde ve dünyada sözü geçer ve etkili bir devlet olmaya fırsat bulamamış, Batı karşısında her daim mâdun bir ülkedir. IMF kaynaklarından daima kredi kullanarak gündelik işleri yürütebilen, bütün enerjisini iç barışı tehdit eden çatışmalara yoğunlaştırmış bir Türkiye, Batılı çevrelere ‘mûnis’ görünüyor olmalı. Komşularıyla iyi geçinen, karşılıklı dengeye dayalı ilişkiler geliştiren, hatta onlara kriz günlerinde yardımcı olabilecek derecede kendinden emin ve güçlü bir Türkiye, Batılı çevrelerin huzursuzluk kaynağı oluyor.

Patrick Cockburne’nin makalesi, işte bu mâhiyette anlaşılması gereken, “Bölgede etkili olmaya kalkışmayın, Batı’nın nüfuz alanlarına sızmaya kalkışmayın” anlamında bir niyeti ifade ediyor. Doğu komşumuz İran üzerinde yoğunlaşan ABD-AB baskısı Suriye’ye müdahale yolunda isteklendirilirken Arap Ligi üzerinde ağabeylik taslamaya yeltenmememiz istikametindeki baskıları böyle okumak gerektiğini düşünüyorum.

‘Yapabilen’ Türkiye, Batılıları endişelendiriyor; bizim tek endişemiz ise bütün enerjimizi ‘doğru olanı yapabilmek’ etrafında yoğunlaştırabilmek olmalı.


Kaynak (Arşiv)