Muhtar akademisine doktriner ve pedagojik bir yaklaşım denemesi
Türk solunun efsanevî ‘Köy Enstitüleri’ eğitim atağına, Türk sağı 80 yıllık bir gecikmeden sonra da olsa anî bir kontratakla ihtişamlı bir cevap verdi: Muhtar Akademisi!
Köy Enstitüleri, toplumsal değişimi öz kaynak kıtlığı yüzünden gerçekleştiremeyen Kemalist doktrinin, ‘naif’ ama samimi projesiydi. Rejimin gönlünde yatan ‘yeni vatandaş’ın harcı enstitülerde karılacak, orta vadede mesleksiz köy nüfusu köyde stabil hale getirilerek mesleklendirilecek ve ‘köy otarşisi’ne idealist ama masrafsız bir yaklaşımla zemin hazırlanacaktı. Türk solunun hâlâ derin bir Enstitü nostaljisinin esrikliğini yaşaması, solculuğumuzun bitip tükenmek bilmeyen iç çelişkilerinden belki de ilkidir. Kemalizm, enstitü projesinden bir sınıfsız toplum çıkarmayı hayâl etmişti; devrin sosyalist takımı ise enstitülerde, köyden başlayan sosyalist devrimciliğin çekirdeklerini gördüler. Tam bu noktada dileyenler Kemal Tahir üstâdımızın ‘Bozkırdaki Çekirdek’ adlı belge-romanına göz atabilirler!
Muhtar akademisi, bir kuşak sonrasının emperyal Türkiye’sine giden yola döşenmiş en münbit maarif hamlelerinden biridir ve toplumun (Hadi ‘ümmet’in diyelim de bazılarının gönlü hoş olsun) tamamen yerli ve millî bir nazarla doktrine edilmesi ülküsünde, daha önceki sözüm ona sağcı liderlerin akıl edemediği bir merhaleyi temsil ediyor. Toplumsal değişme ve doktrinasyonda merkezî sinir sisteminin muhtarlık kurumundan geçtiğini fark etmek, kabul etmeliyiz ki dehâ çapında bir buluştu. Kemalist doktrin, halkı doktrine etmekte okulları ve öğretmenleri önemsemişti. (Bkz. Bir öğretmen maaşı ile 22 Cumhuriyet altını alınabiliyordu gerçekliği!) Ne var ki maarif yolu, uzun, zahmetli ve yukarda da görüldüğü üzere hayli mesârifliydi. Nice yıllar boyunca ‘aydın öğretmen-cahil imam’ dikotomisine yatırım yapılmasına rağmen halkımız ‘aydın öğretmen’e kesinlikle yüz vermedi. (Bkz. CHP’nin seçim başarıları!) Öyleyse devlet-toplum (Hadi yine ‘ümmet’ olsun!) ilişkilerindeki tek yönlülüğü regüle edecek (Gıcıklık olsun diye yazdım) yani düzenleyecek yeni bir birime ihtiyaç vardı: Muhtarlık. Çâre orada duruyordu ve çâreyi ondan başka kimse farketmedi. Liderlik böyle bir şeydir; maarifle olmaz, milli şuurla sezişin eşsiz kıvılcımlanmasından pek nâdiren zuhûr eden ilâhî bir lütuftur ve o lütûf bugün başımıza rahmet olup yağmaktadır ve bu lütûftan istifade için şemsiyeleri ters tutmak gerekiyor ve öyle yapıyoruz zaten. (Bkz. Başkanlık hakkındaki kamuoyu yoklamaları!)
Neden diplomasi değil sertifika!
Gaziantep Belediyesi, MEB ve Kalyoncu Üniversitesi işbirliği ile sessiz-sedasız hayata geçen Muhtar Akademisi’nin öncü ve ilk kuşak mezunları işte sertifikalarını almış bulunuyorlar. Girişimcilik, arabuluculuk (devletle toplum arasında!), kamu yönetimi, iletişim becerileri gibi temel tekniklerde yoğun eğitim aldıkları anlaşılan şanslı muhtarları, diğerlerinin izleyeceğinden şüphemiz yoktur.
Hatâsız iş yapamıyoruz maalesef; işte ilk göze çarpan kusurlar: Müfredatta yer alan ‘İletişim becerileri’ dersi, ‘Bunlar bilgisayar açmayı bile bilmez; öğretelim bari.’ şeklinde bir küçümseme ihtiva etmesi yakışıksızdır; onun yerine ‘bilişim’ veya sadece ‘kitlesel enformasyon’ ismi tercih edilse daha saygılı bir tutum olurdu. Önemli değil, düzelir inşallah.
İkincisi ‘sertifika’ meselesi! Niçin kapı gibi ‘diploma’ değil de sertifika? Memlekette kâğıt veya kelime sıkıntısı mı var? Akademi diploması başka şey, meslek içi eğitim katılma belgesini andırır sertifika başka… Bu da düzeltilmeli!
Muhtarlara kep fırlattıran zeka!
Mezuniyette muhtarlara cüppe giydirip kep fırlattıran organizasyon zekâsı önünde ayrıca saygıyla eğiliyorum. Eskiden medrese mezuniyetlerinde havaya sarık veya taylesan fırlatma diye bir gelenek yoktu fakat mezunlarına hayatta bir gün olsun kendini önemli hissettirme ihtiyacını fark eden üniversiter zekâmız eseriyle maarifimize kazandırılmış hayırlı bir bid’attir ve isabetli olmuştur.
Titre 22. Asır; biz geliyoruz!