Muhalefet kalitesi ve CHP
Şu hâliyle, son on yıldaki performansı ile CHP’nin devletin dümenine geçmesini arzu etmem; bu benim şahsi fikrimdir; meselâ hissî ve indî bir sebep göstereyim: CHP, kendisini bütün toplumu kucaklayacak ve herkese eşit mesafede tutacak ‘insani sıcaklık ve duyarlık’ hissini telkin edemiyor. Kavgadan haz duyan, gerginlikle dirilen, çatışmayla varlığını hatırlatan bir vücut diline sahip, vesaire vesaire; fakat bir genel seçim akşamının ilk saatlerinde CHP’nin veya anamuhalefet durumundaki bir başka partinin yeniden baraj altında kaldığını öğrenirsem bu da beni mutlu etmez. Siyasi veya toplumsal muhalefet, demokrasinin diyalektik kaçınılmazlığıdır; çünkü muhalefet, varlığıyla iktidar odağını tehdid eder ve onu keyfî davranıştan caydırır, kurallara, hukuka bağlı kalmasını sağlar, farklılıkların hayatiyetini sürdürmesine yardımcı olur.
CHP’lilerden çok CHP’yi düşünecek hâlim yok ama bazı tesbitlerim var ki, ancak CHP üzerinden örnek gösterildiğinde anlam kazanabiliyor. Birincisi şudur: CHP, anakronik, ait olduğu zamanın içinde bir yanlışlık eseriyle duruyormuş gibi görünen bir parti. 1946 seçimleri neyse fakat, sağduyu ve basiret, 1950 seçimlerinde CHP’nin olağanüstü bir kongre ile kendini feshederek bir başka partiye dönüşmesini gerektirirdi. Sebebi açıktır ve her CHP’li bu sebebi açıklamaktan özel bir zevk duyuyor: CHP’liler, devleti kuran parti olduklarını söylüyorlar. Bu iddia gerçeklik payı taşıyor. Kurulduğu gündeki ismiyle ‘Halk Fırkası’, Milli Mücadeleye omuz veren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetleri’nin Meclis’te, M. Kemal Paşa liderliğinde bir araya gelmesiyle vücut buldu. Halk Fırkası, halkın tek ve en yeterli örgütü olduğuna kendini o kadar inandırmıştı ki, başkaca siyasi partilerin kurulmasını gereksiz sayıyor ve tek partili sistemi Türkiye için en ideal politik sistem olarak görüyordu. Halk Fırkası, -ki 1925 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) adını alacaktır- toplumda monoliter, tekelci bir siyasi bütünlüğü savunmaktan ziyade, toplumdaki bütün eğilimlerin ve çıkarların CHF çatısı altında temsil edilebileceğini iddia ediyordu. Bu izah biçimi, CHF’yi ve onun devam CHP’yi, tek partili model içinde anlamlı ve fonksiyoner kılabilir fakat Türkiye 1946 yılında çok partili hayata geçti. 1950 yılında, CHP dışında -fakat CHP’nin siyasi kadrolarından yetişmiş- farklı bir siyasi parti, tek parti modelinin ebediyyen sürüp gideceği varsayımına göre tasarlanmış anayasal çerçeve içinde iktidara gelerek CHP’nin iskemlesine oturdu. O noktadan daha önce CHP’nin kendini dönüştürmesi, artık tek başına bütün toplumu temsil edemeyeceği âşikâr olduğuna göre kendine yeni bir misyon tarif etmesi gerekiyordu. Yani yeni bir parti, yeni bir siyaset felsefesi, yeni duruma ve beklentilere uygun bir siyasi yapılanma...
CHP bunu yapmadı; kolay yolu seçti. CHP’den başka bir partinin Türkiye’yi iyi yönetemeyeceği, ülkeye ve rejime zarar vereceği varsayımına tutundu; varlığını ideolojik bir düzlemde tarif etti ve bu andan itibaren otomatikman devletçi ve merkeziyetçi bürokratların organik sözcüsü oldu. Varlık sebebi kaybolur gibi oldukça, Menemenleri, 31 Martları, Dersim İsyanlarını, Derviş Vahdetileri hatırlatarak iktidar eksenine yakınlaşmaya çabaladı. Cumhuriyet’in ezeli ve ebedi bir tarzda daimi tehdit altında bulunduğu endişesini derinleştirecek bir üslûp geliştirdi; bu edâ, bir şeyi yapmaya değil, yapılan şeylere burun bükme, küçümseme ve yok sayma, ezcümle bu gidişatın ülkeyi batıracağı anlayışı üzerine dayanıyordu. CHP’lilere göre partinin, diğer partiler gibi bir şey yapması, anlamlı bir program geliştirmesi, halkın hayat standartlarını nasıl yükselteceğine dair kafa yorması gerekmiyordu. CHP, halkdan daha değerli bir varlığın, yani devletin ve rejimin bekçisi idi ve başkaca misyon gerektirmezdi.
CHP kendini dönüştürmeyi gereksiz saydığı için girdiği bütün seçimlerde sağ iktidarların nal tozlarını yutmak zorunda kaldı. 1968’de açıklanan ‘Ortanın Solu’ siyaseti, CHP açısından en iyiniyetli bir yaklaşımdı fakat başarıya ulaşması imkânsızdı: CHP devletin ve merkez bürokrasinin partisiydi; gerçek mânâda solcu olması mümkün değildi. Solcu olması için kendini feshetmesi, başka bir parti olması lâzımdı. Bunun üzerine CHP, solculuk iddiasından vazgeçmeden rejimin bekçiliği görevini sürdürmeye ve statükoyu savunmaya devam etti.
12 Eylül Darbesi’nin -izâfi olarak- en hayırhah gelişmelerinden birisi, bütün siyasi partilere eşit mesafede durarak hepsini birden kapatmasıydı. 90’lı yılların başında antidemokratik yasakları tavsamaya başlayınca Adalet Partililer, AP’yi yeniden ihyâ etmek yerine DYP’yi kurdular; sol takım ise birkaç başarısız teşebbüsten sonra CHP’yi dirilterek altı oklu amblemin tarihî marka değerini parlatmak yolunu seçtiler. CHP, elbette bildiği ve alıştığı üzre siyaset yapacaktı ve öyle yaptı; yine solcu olduklarını ileri sürerek resmî ideolojinin ve laikçi dünya görüşünün müdafaasına geçtiler ve tabiidir ki yeni CHP, aynen eskisi gibi girdiği hiçbir seçimi kazanamadı.
CHP’nin günün birinde sahici solcu bir parti olması eşyanın tabiatına aykırıdır fakat CHP’nin solculuğu, daha sahici ve büyüme istidadı gösterebilecek solcu siyasetin geleceğini berhava etti çünkü artık herkes solculuğu ‘CHP’lilik gibi bir şey’ zannediyordu.
Türkiye’de sahici sol kitlelere sesini duyuramıyor; solcu olmasına imkân olmayan CHP ise iktidar olamıyor; bu karşılıklı blokaj demokrasimizin zararına tecelli ediyor zira iktidar alternatifleri, sağ partilerin varyasyonlarından ibaret kalıyor; bu esnada CHP, resmî ideolojiye sıkıca tutunduğu için değişen ve kalkınan Türkiye’nin siyasi hürriyetler bakımından gelişmesine ve genişlemesine engel oluyor. Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargı içindeki geleneksel CHP sempatizanları aracılığı ile statükoyu devam ettirmeye çalışırken ordu içindeki sempatizanları ile sağ iktidarların ve onlara oy veren kitlelerin nasıl durdurulabileceğine dair komplocu darbe planlarına dolaylı destek veriyor. ‘Gericiler şeriatı getirecek, hayat tarzımıza müdahale edecekler’ korkusunu yayıp Türkiye’de erkenden burjuvalaşmış bürokrat kökenli ailelerin sözcülüğünü üstlenerek kendine sahici bir toplum tabanı inşâsına çalışıyor.
Beyhûde gayrettir ve CHP için yakınlarda deniz bitecek gibi görünüyor; hayır bu bir kelime oyunu değil; CHP’nin, nice zamandan beri sürdürdüğü ‘zâhiri parti’ görüntüsü etkisini kaybediyor; şu esnada darbecilerden yana esirgeyici bir tutum takınması, CHP’nin bitmek tükenmek bilmeyen ‘tarihî yanılgı’larından birisidir.
CHP, darbecilerin mutlaka tasfiye edileceğini görmüyor, bu hengâmede sivil iradenin, parlamentonun ve temel hakların yanında yer tutması gerekirken yine statükodan yana tavır takınıyor. Kaybedeceği kesindir fakat geçici bir dönem için de olsa, Türkiye’yi muhalefet boşluğuna düşürmesi muhtemeldir.
Bu aynı zamanda Türk demokrasisinin temel problemlerinden birisi; iktidarı kime teslim etmek gerektiği noktasında seçmenin tereddüdü olmuyor pek; muhalefet konusunda kafalar karışık. Demokrasiye asıl katkı yapacak olan muhalefettir. Demokrasinin kalitesi ise, genellikle muhalefetin kalitesine bakarak ölçülür çünkü.