Muhafazakârları kandırmak bu kadar kolay mı?
Neredeyse bütün dünyanın, Türkiye’yi Ermeni tehcirinin 100. yılında mânevî ve insânî bir baskı altına aldığı bir ortamda iktidarın tutumu belli oldu; sonuna kadar inkâr, daha doğrusu bu baskıyı önümüzdeki seçimlerde milliyetçi-muhafazakâr kitleye yansıtarak yeni bir mağduriyet inşa edip sızlanmak: “İşte, bütün dünya bize bir kere daha karşı. Ermeni tehcirini bahane ederek bizi köşeye sıkıştırmak, 100 yıl öncesinin hesabını ödetmek istiyorlar vs.”
Çanakkale Zaferi’ni şimdiye kadar 18 Mart’ta kutlardık; aradan 100 yıl geçtikten sonra nedense bu defa ‘kara savaşları’nın yıldönümü, alternatif bir gösteriyle kutlamak hatırlanıverdi! Tarihin tam da 24 Nisan’a denk gelmesine ne demeli peki? ‘Tevafuk’tan başka ne söylenebilir ki? Mâdem Çanakkale cephesi tükenmez bir hamâset mâdenidir öyle ise çorbada benim de bir miktar tuzum bulunsun: Çanakkale cephesinde Osmanlı havacılarının küçük de olsa hissesi vardır. Sadece keşif görevi yapabilen birkaç uçağımız ve pilotları için önümüzdeki ağustosta, yine bütün devlet başkanlarının davet edildiği geniş çaplı bir kutlama bekleriz. Bu arada şiir okuyan adamdan günü mânâ ve ehemmiyetine yaraşır bir kahramanlık neşidesini seslendirmesi, örtülü bir ödenekten bu şiire klip yaptırılması ve klibin bilumum kanallarda cebren yayınlanması da şâhâne olur. Galeyana geliriz, tüylerimiz ürperir; yattığımız yerden yine yedi düvele meydan okur, kendimize aferinler çekeriz.
Milliyetçi-muhafazakâr kitle demişken üzerinde duralım biraz. Hükümetin seçim kampanyasından anlaşılan odur ki bu kitle seçimin yıldızıdır ve onların kararı belirleyici olacaktır. Peki, bu kitle nihai kararını hangi ölçülere göre verir? Cevabını herkesin bildiği bu masum suali size yönelttiğim için beni affediniz; elbette kim daha iyi kahramanlık şiiri okur, kim okuduğu şiire elektronik efektlerle sesine tumturaklı bir edâ vererek içinde bolca ‘bayrak, vatan, ordumuz, şehit, ya Allah, fedâ, kan, siper, hücuum” gibi kelimeler geçen mısrâlar seslendirirse muhafazakâr seçmenimiz “Aa bak bu iyi okudu şiiri, tüylerim de diken diken oldu, ordan anladım” diyerek oyunu o politikacıya verecektir.
Mekanizma bu kadar basite ircâ edilebilir mi? Bilmem!
Neyse ki, sahte şiir ve çakma şairlerden hiç hazzetmediğini yıllar öncesinden ilan etmiş biriyim; öyle olmasa “herif bizi çekemiyor” diyebilirlerdi. Vallahi öyle, çekemiyorum artık. İyi şiir okuduğunu, iyi konuştuğunu, sesiyle insanlara duygu patlamaları yaşattığını zanneden adamlara güvenemiyorum. Tiyatrodan beni soğutan da aynı sebeptir; sahneye mahsus theatral ifadeyi gündelik hayatına taşıya taşıya asıl kimliğini en son nerede bıraktığını unutmuş adamlardan ve yaptıkları işten sıdkımı sıyırdım. Yaptıkları her şey yapmacık, daha güzel bir tabirle ‘Tasannu’ geliyor. Vapur güvertesinde jilet veya çakmak satan seyyar esnafının hitabı çok daha samimidir bana göre. Ucuz jilet, çok çok cildinizi bozar, dandik çakmak yarı yolda bırakır fakat bize hamâset pazarlayanlar çok daha değerli bir varlığımıza göz koyuyorlar: Aklımıza!
Yakın zamanlara kadar milliyetçi-muhafazakâr kitlenin siyasetçiler tarafından ciddiye alınıp adam yerine konulmadığını, hatta zekâlarıyla düpedüz alay edildiğini görünce, kendimi de onlardan biri sayarak üzülürdüm; artık böyle şeylere aldırış etmiyorum. Siyasî kararlarını hamâset gösterilerine, posbıyığa, marşa, Davûdî edâya, en ucuzundan vatan-millet, sakarya edebiyatından hislenerek tayin edenlerle müştereğim kalmadı. Uzun seneler boyunca hamâset edebiyatının daniskasına mâruz kalmaktan ötürü pişmanım ve bu edebiyatın yayılmasına az da olsa katkıda bulunmuş olmaktan dolayı da nedâmet duyuyorum. Halka din satanlara bakarak nasıl dinimden vazgeçmedimse, hamâset satanlardan ötürü de aidiyetlerimden istifa etmiş değilim çok şükür...
Ha unutmadan... Halkım dikkat et, seni yine Çanakkale içinde vuracaklar; demediler deme sonra!