Muhafazakâr kriz

Her on seçmenden en az üçü sosyal demokrat çizgideki CHP ve DSP’yi destekliyor; buna mukabil on kişiden en az altısı muhafazakâr partilerin yanında. “Onu beğenmiyorsunuz, bunu beğenmiyorsunuz; bu hükümetin yerine gösterecek alternatifiniz var mı peki?” sorusunun açmazı bu kaba hesap tablosunda saklı: Muhalefetin vekil sayısı hükûmet alternatifi teşkil etmeye yetmiyor. Hükûmet ise tek başına Meclis’in kabaca 5/3 çoğunluğuna sahip.

Muhafazakâr seçmen, yani on kişiden altısı, sahip olduğu siyasi belirleyiciliğin yeni bir iktidar kompozisyonu çizmesi noktasında da “muhafazakâr”. Yeni varyasyonlara, yeni dizilişlere, yeni arayışlara kapalı. Başbakan, kontrol ettiği gücü iki yanlı kullanarak muhafazakâr seçmenin muhafazakârlığını pekiştirmek için bütün çarelere başvuruyor; yani, “Benim olmadığım bir diziliş istikrarsızlık, iktisadi kriz ve bocalama anlamına gelir” diyerek eleştirel muhafazakâr seçmenin gözünü yıldırırken öte yandan bir demir çekirdek gibi sertleştirip kesin inançlı seçmenler haline getirdiği partililerine, “Ancak benim etrafımda bir anlamınız var, yokluğumda, başucunda bir rakam olmayan sıfırlar haline gelirsiniz” mesajı vererek muhafazakâr krizi tetikliyor.

Muhafazakâr kriz, sosyal demokratların seçim yoluyla belirleyici bir siyasi varlık haline gelmesini de engelliyor. Muhtemel bir genel seçimde güçlü bir hükümet teşkili için yine muhafazakârlardan başka alternatif kalmayışı, meşru bir çaresizlik üretiyor. Kısa yoldan ifade etmek gerekirse, normal şartlar altında hâlihazırdaki muhafazakârlık krizini, yine muhafazakârlardan başka çözecek bir kuvvet mevcut görünmüyor.

Öte yandan hükümetin fena halde başını ağrıtan yolsuzluk iddialarının, bir şekilde muhafazakârlığın iç krizini çözmeye yönelik unsurlar barındırdığını düşünüyorum; bu tezin en kestirme ifadesi, muhafazakârlığın ve muhafazakâr imajının itibarsızlaştırılmasıdır.

Kampanya çok hızlı ve etkili bir şekilde etkisini gösteriyor: “Muhafazakâr siyasetçi” denildiğinde akla genel hatlarıyla dinibütün görüntü verdiği halde dünyevî işlerde pek de dinî titizliğe riayet etmeyen, fikrini eylemden ziyade birkaç basmakalıp cümle ve görüntü ile kıymetten düşüren, tapınmak haricinde lider kültürüne aşırı saygının bütün uç örneklerini sergileyen, amaç-araç ilişkisinde usul dürüstlüğüne aldırış etmeyen birinin gelmesi, hem güç zehirlenmesinin yan tesiri, hem de muhtemelen incelikli bir inşâdır. Vekilin ve sair siyasetçi tipinin itibarsızlaştırılması, vekâlet verenin özgüvenini düşürür ve öyle oluyor.

Aynı konuyu farazî bir “başörtülü kadın” tipi üzerinde yoğunlaşan imajları yan yana getirerek bir başka açıdan ele almak mümkün. Bugünlerde kime sorduysam aynı cevabı alıyorum: “Başörtülü kadın” dün, gadre uğramışlığın, mazlumluğun, hak edilmiş bir saygının ve vakur bir inanç direnişinin sembolüydü. Bugün değildir. Söylemeye dilim elvermiyor, dün olduğundan başka mânâ listesi ihtiva ediyor.

Muhafazakâr işadamı imajı çok berelendi. Muhafazakâr gazeteci karakterinin nasıl bir itibar kaybına maruz kaldığını tavsife dilim varmıyor ve bunu söylerken meselâ kendimi bu cümlenin dışında tutuyor da değilim ve incitici olmamak için bu hususta müşahhas örnek vermeyeceğim.

Yolsuzluk iddiaları sadece hükümeti değil, hükümete fer veren seçmen kitlesiyle birlikte bütün muhafazakârları sistemin kenarına iten bir sonuca varıyor. Dünün, “karnını kaşıyan adam” yakıştırması, bugünün, “kim yolsuzluk yapmadı ki kardeşim” çaresizliğini savunmak zorunda kalan kitleyle çakıştırıldı.

Muhafazakâr seçmeni suçlamıyorum; o seçmeni temsilde liyakat gösteremeyen siyabet erbabıdır itham ettiğim.


Kaynak (Arşiv)