Muallim Cevdet Bey
zannetmiyorum; bu ismin ne derece tanınabilir olduğu hakkında bir fikir edinmek üzere ünlü Türk ansiklopedisi (!) Google hazretlerine müracaat ettim; buna göre Muallim Cevdet ismi internet âleminin milyonlarca sayfası arasında sadece 5490 defa zikredilmişti.
Sanal âlemi pek iyi bilmeyen okuyucular, "iyi ya, daha ne olsun; internette beşbin küsür sayfada zikredilmek az buz bir şey midir?" diye söylenebilirler. Bu rakamın ne kadar mânâsız olduğunu isbat etmek maksadıyla gazetelerin magazin sayfalarında adı geçen mankenlerden birinin adını yazarak Google amcaya yeniden müracaat ettim. Neticeyi takdim ediyorum: tam 122 bin sayfa! "Yahu bir yanlışlık olmasın, bir başka hanımefendi manken sanatçımızı da yeri gelmişken sorayım" dediğimde karşıma 190 bin küsürlü bir başka rakam çıktı!
Bu durumda Muallim Cevdet'in, bugünün okuyucularına ne kadar mânâ ifade ettiğini üç aşağı beş yukarı öğrenmiş sayılırız; öyleyse ayrıntılara geçelim.
Muallim Cevdet 1883 yılında Bolu'da doğup, 1935 yılında İstanbul'da vefat etmiş öğretmenlerimizden biridir. İsmiyle müsemmâ bir "muallim", bir eğitimci, fakat sıradan bir eğitimci değil. Bir nesle damgasını vurmuş aydınlık kafalardan, fikir ve bilim adamlarından biri. Bir bilim adamı fakat ömrünce akademik sıfat taşımamış, bu ünvana layık görülmemiş bin insan. Bir halkiyatçı (folklor uzmanı), bir felsefeci, bir etnograf, dilci, kütüphaneci ve kitap dostu, edebiyatçı, tarihçi... Hepsinden daha önemlisi, ardında temiz bir isim ve dostlarının zihninde berrak ve güzel hâtıralar bırakarak âhirete göçmüş unutulmaz bir şahsiyet.
Ömrü boyunca bir araya getirdiği değerli kitaplığını İstanbul Belediye Kütüphanesi'ne vakfetmesi ise merhumun son asîl davranışı olarak hatırlanıyor ki o kütüphane, bugün Taksim'de Atatürk Kitaplığı ismiyle hâlâ yaşamaktadır.
Ölümünden sonra kadirbilir dostları el ele vererek bir hâtıra kitabı yayınlamaya karar verirler. Kitap, dönemin İstanbul valisi Muhittin Üstündağ'ın yardımlarıyla 1937'de, "Muallim M. Cevdet'in Hayatı, Eserleri ve Kütüphanesi" adı altında yayınlanır; bu nadide eser İstanbul Belediye Başkanlığı tarafından 2005 yılında aynı isimle yeniden yayınlandı. Aşağıda anlatılacak hadisenin ayrıntıları, adı geçen eserde bulunuyor. Muallim Cevdet, devrin Türk Tarihini Tedkik Cemiyeti Başkanı Yusuf Akçura'ya yazdığı mektubunda şöyle diyor:
...
Bu arizamda [mektup, arzuhal] zât-ı âlileri ile rufeka-yı fadılânelerini [değerli mesai arkadaşlarını] pek müteessir edecek başka bir mevzudan bahsedeceğim. Yani üniversite için yıktırılıp yenisi yapılmakta olan Bekir Ağa Kışlası'ndaki [Bu bina, Beyazıt'taki Üniversite binasının giriş kapısının ardında bulunmakta idi, devrin siyasi zanlılarının hapsedilip soruşturulduğu yer olarak ün yapmıştı] Harbiye vesâikinin [Genelkurmay'a ait belgelerin] onbeş gün devam etmek üzere yaktırılmış olması... Askerî Evrak Ayırma Komisyonu Reisi Erkân-ı Harp Miralayı Ali Bey'le arkadaşı Binbaşı Fahri Bey'in iki ay kadar bizim komisyona devamları esnasında görüp malumat edindiğim ve on sene evvelki haline de vakıf bulunduğum işbu 1.500 sandık kadar vesaikin mezkur komisyonca tedkikine değil, açılmasına bile vakit gelmemişti. Ayrılan ve vakti ile Ankara'da Askerî Tarih Encümeni'ne gönderilebilen evrâk ancak bir maddeye temas eden kısımlardır. Yoksa gönderilmeyenler, tarihen lüzumsuz manasına değildir.
Zaten bunların tedkikine ne vakit müsait olmuş, ne de para temin edilmiştir. Sizi temin ederim ki daha el değmedik cesîm [büyük] bir koğuş dolusu vesâik-i askeriye var idi ki, bunların imhâsına müteessir olmamak mümkün değildir. Cihet-i askeriye, "biz bunları tetkik ettirmiştik" diyemez. Zira bir kerre bu vesaikin içine tek bir adam bile girmemiştir. Sâniyen askerlikçe lüzum görülmeyen vesaik, başka başka noktalardan tarihe hizmet etmez midir?
Geçen sene Maliye Hazine-i Evrakı'ndan satılan 160 balya vesika meselesinin bizi ne kadar küçük düşürdüğü malumdur(*). Başvekâlet-i celilenin bu münasebetle bütün devaire [devlet kurumlarına] o meyanda Harbiye vekaletine de yolladığı tamime olsun hürmet lazım değil miydi? Bu vesaikin herkesin gözü önünde on beş gün ihrâk edilmesi [yakılması], tarihiî vesaikin ateşe atılmasında bir mahzur olmadığı kanaatini de halka vermiştir ki halkı ve mektepli gençleri kadim eserleri tahribe sevk eylemesi itibariyle ağlanacak hâldir.
(...)
Darülfünun Kütüphanesi yanındaki metrûk [boş, terkedilmiş] Kaptan Paşa Camii'ne bu askerî vesikaların çok değil bir hafta içinde elli neferle kaldırılması mümkündü. Üniversiteden olsun yardım istenseydi bu facia olmazdı. Molozlar altında terk edilen ve sokak çocukları tarafından toplanıp bakkallara satılan evrâktan başka bendeniz de bizzat Harbiye Meydanı'na [Beyazıt] giderek bir küme evrak aldım, saklıyorum.
...
(*) 1928'de resmi dairelerdeki yer darlığı sebebiyle eski yazı evraktan gereksiz olanların imhası veya elden çıkarılması meselesi Meclis'e kadar gelmiş ve bunların hurda kâğıt olarak satışına karar verilmişti. Maliye Bakanlığı ise satılacak hurda kâğıtların ortada dolaşmaması için, gazetelere verdiği ilanda, alıcının bunları yurtdışına çıkartması şartını koymuştu. Neticede, Hazine-i Evrak'tan çıkarılacak hurda kâğıtları, okkası 3 kuruş 12 paraya İzzet Halim ve M. Takforyan adlı ortak iki müteahhit alır. Sultanahmet'teki depodan arabalara yüklenerek Sirkeci'ye indirildiği sırada dökülen kâğıt parçalarının eski ve kıymetli evraklar olduğunu fark eden Son Posta Gazetesi muhabiri İ. Hakkı Konyalı durumu gazetesinde yazar. Olay halk arasında hayretle karşılanırken bir avuç münevver -Halil Ethem, Muallim Cevdet, Köprülüzade Fuat, Doktor Süheyl, Osman Nuri ve Refik Şevket beyler- engel olmanın yollarını arar. Duyduklarına önce inanmak istemeyen Muallim Cevdet Bey, ikna olunca, Sultanahmet Meydanı'na koşar. Bir süre sonra, yola dökülen kâğıtları toplayan çocuklardan beşer kuruşa aldığı bir kucak dolusu belge ile ağlayarak gelir. Hemen bir rapor hazırlar elindeki belgeleri de ekleyerek, Halil Ethem Bey vasıtasıyla Başbakan İsmet İnönü'ye gönderir. Durumun ciddiyetini ancak kavrayan Başbakanlık duruma el koyar, ama atı alan Üsküdar'ı geçmiş, 120 balya ve 500 sandık evrak Bulgaristan'a ulaşmıştır. (Ömer Faruk Şerifoğlu'nun Kitap Zamanı eki için yazdığı "Bir Kitap Dostu: Muallim Cevdet" isimli makaleden özetledim.)
...
Artık Muallim Cevdet'i tanımıyorum diyemezsiniz; rûhu Fâtiha ister!