"Mobilyasızlık" üzerine yeni bir tez

Aslında yeni bir tez değil de, "fıtrata dönüş" demek gerekirdi; ne var ki agusunda asırlardan beri yaşadığımız evlerimizden utanç duymaya, yani mekanı duzenleme ve ona efendilik edebilme kabiliyetimizden şüphe etmeye başlayalıberi insanı fitratına davet eden her ikaz yeni gibi görünüyor.

Herkesin bildiği şeyleri tekrarlayarak canınızı sıkmak niyetinde değilim ama bizim eskiden bir "mekan" telakkimiz vardı. Bizimle birlikte soluk alıp veren yerleri ruhun ihtiyaçlarına, yani fıtrata uygun tarzda düzenleyebilen bir vaziyet alışa, bir inisiyatife sahiptik. Bu telakki, mekanı tabiatın devamı gibi görüyor ve onu bu nazarla farklılaştırıyordu. Tabiatın sadeliği, duruluğu ve teklifsizliği eve doğru yaklaşınca üsluptan geçerek mekan haline geliyordu. O mekanın tasavvurunda tabiata meydan okuyan kaba putperestlikten, tabiatı taklid eden çiğ naturalizmden ve tabiata ram olan hirfetsizlikten eser bulmak mümkün değildi; orada tabiat sokaktan bahçeye, bahçeden avluya, avludan sekiye, sekiden odaya, odadan bacaya geçerken üsluba çekilir, istirahate girer ve mutlaka hususiyetini devam ettirirdi. Evlerimiz, mecelle tabiriyle "efradını cami, ağyarını mani" mekanlardı: Lüzumlu olan herşeyi barındırır, faydasız bir külfet olarak gözü, gönlü, keseyi ve takati yoran herşeyi dışında tutardı; uzun lafın kısası bu telakki, mobilya fikrini reddeden bir tasarım şaheseriydi. Bazılarının sandığı gibi çok gerekli olduğu halde göçebe dedelerimizin konup göçerken ağırlık teşkil etmesin diye yanlarında taşımadıkları cinsten bir nesne değildi mobilya: Dolap kapaklarına, merdiven kupestelerine, çatı saçaklarına akıl almaz marangozluk nükteleri döktüren ecdad, isteseydi herhalde iskemlenin, masanın, gardrobun alasını da imal ederdi; zannımca beceremedikleri için değil, küçümsedikleri ve faydasız gördükleri için evlerine mobilya sokmadılar. Mekanlarını tasarlarken ruhun ihtiyaçlarini ön planda tuttular, gardrob ihtiyacını yüklüğe, koltuğu sedire, masayı siniye tahavvul ettiler ve iç mekana harikulade bir derinlik, sadelik ve plastik kazandırdılar. Yatak odaları, adım atılmayacak ölçüde kunt, sabit ve şekilsiz mobilya molozlarıyla tıknefes edilmemişti; gece olunca yüklükten yatak çıkarılır, sabah olunca gözlerden nihan edilirdi. Tavandan tabana, duvardan duvara kadar manasız perde gevezeliklerine ve israfına iltifat etmezlerdi. Sehpa, vitrin, komodin, şifonyer, kanepe, masa, iskemle gibi mekanın iffetini sarsılmaz mülkiyet parsellerine ayıran budalalıklardan eser yoktu; ecdad, rahleyi bile katlanıp açılabilen bir kullanışlılık hüneriyle tasarlamıştı. O kadar eşya hangi yüklüğe, hangi dolaba sığar diye merak geçirenlere hatırlatmalıyız ki eski hayat tarzında eşyanın bizatihi kendisi de nitelik ve nicelik itibariyle sadeleştirilmişti; onlar eşyaya perhiz ettirmeyi bilen kanaat ehli insanlardı. Onlarsız yapamayacağımızı sandığımız pek çok eşya teferruatını tahayyül bile etmezlerdi. Eşyaları azdı, ihtiyaçları sadeydi, evleri daracık mekanlarda bile geniş, iç açıçı ve huzur telkin ediciydi.

Eşyanın modern çehresi, artık maalesef bir eşya fetişizmine dönüşmüştür. Yer sofrasına bağdaş kurunca ayaklarımızın uyuşmasını bir tarafa bırakınız, "başımızın tacı" ev hanımları masasız bir ev fikrinin tahayyülünden bile dehşete kapılmaya hazır bir "desinler" alışkanlığının zebunu olmuşlardır. Evin en geniş ve en alayişli kısmını teşkil eden salonları ayda bir defa olsun kullanmadığımız halde içine müthiş rakamlara baliğ olan mobilya ve mefruşat doldurup, yetmezmiş gibi üstüne örtü çekmeyi ihmal etmezler. Ramazan ayında birkaç kere lazım olan oniki kişilik yemek masalarından mutlaka edinmek ister, netice itibariyle edinir, daha sonra iskemlelerini nereye sığdıracaklarını şaşırırlar. Ev temizliği kabustur; birbirinden farklı "temizleme gücü"ne sahip sekizon deterjan cinsi ve gündelikçilerin yardımı bile kabusu, sıradan bir külfet haline getirmeye yetmez; vitrinler kımıldamaz, koltuklar yerinden kalkmaz; üstelik meretler taksidi bile bitmeden çaptan düşer, "demode" oluverirler.

Aslında yeni bir şey değil demiştik; an'anevi Japon evinin göz dinlendiren sadeliği ve eşyaların üflesen uçacak intibaı veren hafifliği, "ecnebi" bir örnek olarak hala karşımızda duruyor. Evlerimiz kasane ölçüsünde geniş değilse bile aslında daracık sayılmaz. Mekanı tasarruf etmesini bilen ve güzelliği sadelikte bulacak derecede nazar zenginliğine sahip bir hanım, modern mobilya ve mefruşata harcayacağı paranın beşte biri ile evini bir yeryüzü cennetine çevirebilir. İlk adım, mekanımızı koltuktan, kanepeden, sehpadan ve vitrinden "arındırmak", evde temizliği kolay, çocukların tehlikesizce oynayabileceği büyük boşluklar inşa etmekten geçiyor; haydi hanımlar ileri!

Bu yazının tek kusuru, ele verdiği talkını, kendi nefsinde bir türlü tatbike mecal bulamamış bir muellifin kaleminden çıkmış olmasıdır. Yine de doğru bildiğimi söylemekten vazgeçmeyeceğim; ümid ederim ki bu yazıyı eşim de okuyacak ve en azından bu meseleyi tartışmaya rıza gösterecektir.


Kaynak (Arşiv)