Mizah dergimiz yok çünkü gülmek bizi bozuyor!
Mizah dergileri hâlâ, bizim ruh ve fikir dünyamıza çok uzak çizgide ve bizden uzakta yayınlarını sürdürüyor. Gazeteler mizah işinden sanki kasd-ı mahsusla uzak durur gibi bir yaklaşım içinde. Sadece mizah dergisi değil, sadece mizah çizeri değil, mizah konusunda ün yapabilmiş yazar da yok. O büyük pazar açığı hâlâ devam ediyor.
Oğuz Aral'a rahmet dilerim zira her mevtâ gibi şimdi, kendisine ancak rahmet dileklerinin ulaşabileceği ve en ziyade merhamete muhtaç bulunduğu bir yerdedir.
İlk defa yayınlanması bizim lise günlerimize denk düşen Gırgır dergisi, mizah tarihimizin mühim fenomenidir. Rusların o meşhur Krokodil dergisiyle mukayese edilir tarzda büyük tirajlar yakalayan bu dergi, Türk mizahının son otuz yılına damgasını vurdu ve bir mektep oldu. Bugünün mizah dergilerinin neredeyse tamamı Gırgır'ın açtığı çığırda yürüyorlar.
Şimdi o vâkıayı didiklemenin yeridir; yıllarca Gırgır gibi bir mizah dergimizin olmasını istedik durduk çünkü Gırgır, kendi meşrebi doğrultusunda Cumhuriyet gazetesinden çok daha fazla kanaat önderliği yapabilen bir yayın organı haline gelmişti. Evet derinliğine değil sathî idi, daha çok gündelikle ilgiliydi; bizim dünya görüşümüze göre kaba-saba (vulger) bir dil kullanıyor, küfürbazlıktan sakınmıyor ve müstehcenlik kavramını keyfince genişletiyordu ama netice itibariyle mizah mâdenini işletiyor ve eski tâbirle, bağlı olduğu siyasi fikrin "nâşir-i efkârı", yani yayıncısı görevini görüyordu.
Mizah daima zekâ ile ilgili bir hassasiyettir; zekâ ve batı dillerinde "humour" diye adlandırılan, "kendisiyle bile istihzâ edebilecek bir özgüvene sahip olmak" hâli. Eğitim tarzımızdan mıdır, bizi biz yapan, târif eden temel değerlerin baskısından mıdır bilinmez, bir türlü üzerimizdeki ciddiyet elbisesinin ağırlığından kurtulamıyor, sağda solda elimize geçen Gırgır ve benzeri dergileri hasetle gözden geçirip, "Niçin biz de böyle bir dergi çıkaramıyoruz" diye hayıflanıyorduk. Gırgır tipinde karikatürü bol bir mizah dergisinin sağ cenahta büyük piyasası olduğunu düşünüyorduk (Lâf aramızda hâlâ aynı kanaatteyim ve talep açığının lâyıkıyla kapatılamamış olduğunu şaşkınlıkla görüyorum). Bizim "dâvâ" iyiydi, güzeldi, haklıydı ama takdim tarzı pek ciddi idi, gereğinden daha fazla ciddi. Bir sataşmayla karşılaştığımızda buna sert tarzda cevap vermesini az çok becerebiliyorduk ama rakibimizle dalga geçemiyorduk meselâ; halbuki dalga geçebilmek, ciddi ve kitâbi deliller bulup sıralamaktan çok daha kolay ve etkili sonuç veriyordu. Onlar bizimle pekâlâ dalga geçiyorlardı işte.
Hatırlarsınız bu tip mizah dergilerinde Müslümanlar hep fırça gibi çember sakallı, iri patlak gözlü, gaga burunlu, sivilceli, dişleri çürük, göbekli, ırz düşkünü ve menfaatçi çizgilerle tasvir edilmiştir. O günlerin basınyayın organlarında "imam" tipi çok kötü klişelenmişti ve kötü klişenin hâlâ etkisini sürdürdüğünü görüyoruz (geçenlerde bir gazete, TRT'de ilk defa içinde "iyi imam tipi"nin de yer aldığı bir film çekileceğinden bahsediyordu. İyi imam'ın gazete haberi olabildiği bir ülkedir burası!). Milliyetçiler ise, devrin modasına uygun olarak hep iriyarı, kalın kafalı, Frankenstein'in canavarına benzeyen ve iki ayak üstünde durabilen bir orangutan (nâmı diğer komando) gibi çizilirdi. Sırtında fişeklik, belinde kama, elinde bomba ve tabanca ile bir antiinsan nümûnesi. Dergi, bu tiplemeleri sistematik ve son derece şuurlu şekilde tekrar ediyor ve mizah yoluyla imaj yaydığı için kamuoyunda son derece etkili oluyordu.
Açığı görüyorduk ama kapamaya gücümüz yetmiyordu; bazı denemeler yapılmadı değil lakin "milliyetçi mukaddesatçı" bir mizah dergisi, eşyanın tabiatına aykırı bir şeydi sanki; tutmadı, daha doğrusu bu işle uğraşanlar beceremediler. Tutmayan şey, duruş sakatlığı idi belki, belki püf noktaları iyi kavranmamış bir sahada, "biz de yapabiliriz" özgüveniyle yola çıkıp, bir süre sonra işin ne kadar ciddi olduğunun farkedilmesiydi ama kesin olan husus, bizim cenahta mizahla uğraşabilecek kıratta adam bulmakta vahim sıkıntılarla karşılaşılmasıydı.
Gırgırcıların işi kolaydı; çünkü onlar için sıradan ve son derece tabii gibi görünen şeyler bizim için tabu idi; belden aşağı espri ve fıkra kullanamazdık, cinsi hayatla veya kadın bedeni ile ilgili karikatüre yeltenemezdik, argo ağzı ile küfürbazlık edemezdik. Burada çok mat, renksiz ve donuk kalıyorduk. Halbuki bu kabil ucuzluğa tevessül etmeden de mizah yapmanın bir yolu olmalıydı.
Evet, böyle bir yol olmalıydı ve vardır ama o yolda başarılı olmak, meselâ bir Gırgır yazar-çizerine göre beş kere daha fazla donanımlı, kültürlü, altyapısı sağlam ve zeki olmayı gerektiriyordu. O günlerde meselenin adını koyamamıştık; artık bellidir; eskiler bu gibi hallere "adam fıkdanı" derler, "kaht-ı rical" derler; kestirmeden ifadesi "yokluk"tur. Yok!
Dün yoktu, bugün var mı?
Bugün de yok; mizah dergileri hâlâ, bizim ruh ve fikir dünyamıza çok uzak çizgide ve bizden uzakta yayınlarını sürdürüyorlar. Gazeteler mizah işinden sanki kasd-ı mahsusla uzak durur gibi bir yaklaşım içindeler. Sadece mizah dergisi değil, sadece mizah çizeri değil, mizah konusunda ün yapabilmiş yazar da yok. O büyük pazar açığı hâlâ devam ediyor. Bu iş belirli bir kalite seviyesinin üstünde başarıldığında en azından haftada 100 binlik tirajlar işten bile olmaz; bu açığı sadece ben fark etmiş değilim elbette. Yayıncılar, editörler, yatırımcılar da farkında ama bir dergi çıkarabilecek kıratta yetişkini bir araya getirmek mümkün olmuyor demek ki.
İşte bu esef edilecek bir haldir ve vaziyet, hiçbir komplo teorisi ile açıklanmaz derecede bir genel zaafı işaret etmektedir; kabahat kimsede değil, 'biz'le neyi kasdediyorsam onlarda.
En azından hâli pür melâlimizi bilelim!
AKLINIZDA BULUNSUN:DİGİTAL EŞKIYALIK MI BU NEDİR?
Telekom işletmesinin TTNET abonelerine reva gördüğü kötü muamele devam ediyor ve bir abone 145 nolu hattı arayıp da her meşgul sinyali aldığında Telekom bir kontörlük ücreti, hak etmediği halde gasbederek kasasına koyuyor.
Önceki dönemlerde Telekom, "Biz bağlantıyı karşı tarafa ulaştırmakla mükellefiz ve bunu yapıyoruz, karşı taraf cevap vermiyorsa bunun suçu bizde değil" diye kabahati sırtından atmaya çalışıyordu ama şimdi kullanıcıların büyük kısmı internette Telekom aracılığı ile bağlantı kuruyor. Yani Telekom'un artık bahanesi kalmadı çünkü kendisi bizzat servis sağlayıcı mevkiinde.
Ulaştırma Bakanı'na soralım; bugüne kadar Telekom'un meşgul sinyallerinden sağladığı haksız kazancın miktarı nedir ve bu soyguna ne zaman son verilmesi düşünülmektedir?