Misafir ev sahibinin kurdudur

Devlet başkanlarına uygulanan protokol kurallarının inceliklerini bilmem; mantığın emri şu: Bir devlet başkanı, ziyaret ettiği ülkede misafir statüsündedir ve her türlü güvenliği ev sahibinin kefâletindedir. Bush'un Ankara'yı ziyaretinde protokol mantığını zorlayan garip uygulamalara şahit olduk.

Uçağın iniş saatindeki belirsizlikten konvoy güzergâhının dokuz farklı seçenekle tertib edilmesine, geceleme mekânının saklı tutulmasından dublör kullanılmasına kadar bir yığın paranoyak tedbirden bahsedildi. Bunca özel ve olağanüstü güvenlik tedbirine itiraz etmemek, bir mânâda, "biz tedbirde zaaf gösterebiliriz; bu yüzden kendi uygulamalarınıza müsaade ediyoruz" demek değil midir? Söz gelişi Ürdün Kralı'na veya Malezya devlet başkanına benzer güvenlik imtiyazları tanınır mıydı? Küçük şeyler değil bunlar; devletin duruşuyla ilgili mühim ayrıntılar. "Misafir ev sahibinin kuzusudur" diye bir söz vardır bizde. Misafir, misafir statüsüne rıza gösterecek; ev sahibinin misafiri ağırlaması ise kendi şânı ve şerefiyle ilgili bir şeydir; misafirin ağırlanmasıyla ilgili ayrıntıların misafirce belirlenmesinin kaba bir anlamı var.

"Adamın takıldığı yere bak" diyemezsiniz; "Pembe İncili Kaftan" hikâyesi, hikâye de olsa asri zamanların diplomasisinde de geçerli bir "duruş" dersi ihtivâ ediyor. Kendinizi milletlerarası münasebetlerde "eşit üye" kabul ediyorsanız ona uygun davranırsınız ve eninde sonunda bu titizliğiniz saygı görür ama "metbûluk", yani başkasının himâye ve emrine boyun eğmesine râzı olmak, belki kısa vadede itibar getirir de saygı telkin etmez.

Böyle bir "duruş"a sahip olmak, G-8 üyeleri için havaalanına serilen kırmızı halının, sair ülke başkanları için apar-topar kaldırılması esnasında pilotun sırtına dokunup, "atımız terliyken memleketimize dönelim kaptan" diyebilmeyi gerektirirdi. O jesti yapamazsanız, hükümranlık haklarınızı neticede lâfzî bir "diplomatik zarafet"e teslim edersiniz.

Bu duruş zaafiyeti yeni değil; diplomasimizin ruhuna sinmiş ve neredeyse gelenek haline gelmiş bir eğrilik. "Akıllı ol; ABD ile iyi geçinmeye bak" cümlesi, bizde reelpolitiği değil alaturka kurnazlığı işaret ediyor. Diplomaside her türlü kompleks milli duruşa akseder ve muhatabınız siyasetini belirlerken, o kompleksi "elde bir" kabul ederek taktik geliştirir; kaldı ki biz zaafımızı veya kompleksimizi gizlemeye bile çalışmıyor, devletin en temel belgelerine iri harflerle yazarak milli siyaset haline getiriyoruz.

Türk-Amerikan ilişkilerinin kısacık tarihine hâkim olan en belirgin çizgi, işte bu kendi duruşumuzdan emin olmadığımızı her hâl ile aksettiren o berbat zaafiyet psikolojisidir. Bu psikolojiyi yenmek, ABD Başkanı'nın yazıhanesinde otururken ayak ayak üstüne atmaktan ibaret değil elbette. Şöyle düşünelim: Bizim devlet başkanımız ABD'yi ziyaretinde, Bush için Ankara'da alınan paranoyak tedbirleri uygulatma imtiyazına sahip midir? Mütekabiliyet budur. Askeri, iktisadi ve teknolojik bakımdan muhatabınızdan daha güçsüz olmanız ise "mâdun" hâletini kabullenmeyi gerektirmez.

Kaldı ki NATO Zirvesi, "ee daha daha ne var yok" sohbeti için yapılmıyor; ABD'nin eski dünyâdaki "geçici güç" statüsünü, daimi ve belirleyici güç hâline getirmek maksadına yöneliktir ve kısaca BOP diye bilinen bu projenin, uzantıları itibarıyla -bir vakte kadar mı desem, üç vakte kadar mı desem?- bölgede bir Türk-Amerikan gerginliğine yol açması kaçınılmazdır.

Bugün sergilenen "duruşsuzluk", yarın doğabilecek bir muhtemel ihtilâfta bizi büsbütün "eli mecbur" kılar.

"Kıldı bile" mi diyorsunuz; haklısınız!


Kaynak (Arşiv)