Minarenin ucundaki tepsi

Efsâne bu ya; Kristof Kolomb Amerika’yı keşfedip İspanya’ya dönünce bazıları, “hıh” demişler. “Batıya doğru çalakürek kim gözünü karartıp gitse bulurdu bir şeyler...” Kolomb da mukabeleten, “Siz yumurtayı dik durdurabilir misiniz bakalım, önce onu görelim” demiş güyâ. Kim uğraştıysa başaramamış. Kolomb da yumurtanın dibini hızla masaya vurup kırarak problemi çözmüş ve “Gördünüz mü?” demiş.

Apar-topar, alelacele HSYK’nın işleyişini değiştiren teklif de bir yerde yumurtayı dik durdurma başarısıdır. Şu dakika itibarıyla HSYK’nın kanunla değil de Anayasa maddesini değiştirerek yeniden düzenlenmesi pazarlıkları sürmekteydi. Neticeyi bilmiyorum, merak da etmiyorum. An itibarıyla Başbakan yumurtayı dik durdurmayı başardı. Dibi kırılıp içi akmış olsa da yumurta yumurtadır, HSYK da HSYK. Anayasa değişikliği yolunun ucundaki havuç ise, Meclis’te grubu bulunan bütün partilere HSYK’dan kontenjan verilme vaadi!

HSYK ikiye bölünüp Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelikleri partilerin uygun göreceği adaylarca doldurulduktan sonra hukuk sistemimiz düzelecek; hâkimler ve savcılar birden bire sanki rûz-ı mahşerde imişler gibi titreyip “emrolundukları gibi dosdoğru” olacaklar ve biz böylece o çok özleyip durduğumuz bağımsız ve tarafsız bir yargı cihazına kavuşmuş olacağız!

Bu durum bana vaktiyle annemden dinlediğim çok hoş bir fıkrayı hatırlattı; eğer münasebetsiz bulmazsanız size de nakletmek isterim...

Efendim, adamın biri –darısı düşman başına- gece yatağa kaçırmış, “Eyvaah, ben şimdi bunu hanıma nasıl izah edeceğim!” diye sıkıntıyla hayli debelendikten sonra “buldum” diyerek telaşla uyandırmış karısını. “Hanım hanım” demiş, “Rüyamda korkunç bir canavar beni kovalıyordu; elinden zor kurtulup kaçmaya başladım, baktım yine arkamdan geliyor... Derken önüme bir cami çıktı...”

Hanımı heyecanla atılmış, “Dal içeri, aman canını kurtar.”

-Dalacağım ama abdestim yok, ne yapayım? Hanımı kızmış, “Ayol böyle bir vaziyette abdeste bakılır mı; canını kurtar be herif!”

- Peki öyleyse, girdim içeri, o da peşimden. Can havliyle minareye çıktım, canavar da ardımdan. Şerefeye kadar çıktım. Alçak canavar da ardımda. Ne yapacağım; bu defa minarenin külahına tırmanayım dedim, baktım ki külahın en sivri yerinde bir tepsi duruyor; düştü düşecek. Çaresiz tepsiye çıktım ama ayakta zor duruyorum ha!

-Aman düşmeyesin bey, zaten daracık tepsi!

-Vallahi öyle, neyse canavar yine peşimde, tepsinin içinde dört dönmeye başladık. O kovalıyor ben kaçıyorum... Bir ara tam tutacak gibi oldu; inanmazsın pençelerini tam baldırıma geçiriyordu ki...”

-Vay başıma gelenler demiş karısı heyecanla, “Yakaladı mı yoksa seni?”

-Pek hatırlamıyorum orasını demiş adam, “O esnada korkudan altıma kaçırmışım biraz...”

Kadın derin bir ooh çektikten sonra sevinçle, “Amaan üzüldüğün şeye bak kocacığım” demiş, “Canavar seni tutmadı ya önemli değil; ben yarın yatağı yorganı bir güzel yıkarım; sana bir şey olmasın da.”

Konuyla ilgisi var mı yok mu bilmem; benim bildiğim şey, şöyle tepeden tırnağa, pırıl pırıl, demokratik, insana saygılı, hürriyetlerden yana, yasakçılığı yasaklayan, toplumla devletin ilişkilerini araya bol miktarda “şerik” koyarak ılımanlaştıran gıcır gıcır bir anayasa yapmayı beceremeyen partilerimizin, dara düşünce “deterjan kalmadı, salça verelim” kabilinden bir anayasa değişikliğinde uzlaşmasının topluma karşı biraz nezaketsizlik sayılacağı şeklindedir.

Ha, bu arada tutarlı davranarak pazarlığa bile girmeyen MHP’yi tebrik etmeliyim.


Kaynak (Arşiv)