Minare gölgesindeki stratejist!
Saatler geriye alınınca cemaatten bazısı, âdet üzre tam vaktinde damlamış camiye; içerdeki hoparlörün cızırtılı sesinden "merkezî vaaz" pek anlaşılmıyor. E, hava güzel, caminin bahçesi yemyeşil, geniş; duvar dibindeki banklara ilişip, çenelerini bastonlarının kıvrım yerlerine yaslayarak pastırma yazının son demlerini gözleriyle içiyorlar.
- Şu mavi çamı getirip de kavağın böğrüne dikmenin mânâsı var mıydı, diye ortaya bir lâf atıyor içlerinden biri; öteki, "bir şey olmaz, nasıl olsa kıblesi açık, oradan güneş alır nasılsa" diye lâfa karşılık veriyor.
"Şu kuşburnu çalısını duvar dibine kim diktiyse Allah razı olsun" diye bir başka minvale giriyor ilk sözü açan; "kırmızı kırmızı ne güzel bitmişler... çok da şifalı diyorlar haa"
"Şifa deyince" diyor öteki, "bundan beş on sene evvel prostat ameliyatına karar verdi doktorlar. Birisi hatmi çayından bahsetmişti. Hatmi bizim bahçede mevcut zaten bir iki çalı. Bunun yaprağını çiçeğini toplayıp kırmızı alıç yaprağıyla beraber, bir iki de ot ilave ettim, çay gibi kaynatıp kahvaltıda içtim."
"Ee..."
"E'si şu valla; bir hafta sonra ne ağrı ne sızı; hâlâ turp gibiyim çok şükür!"
Başlar tasdik makamında ve mânidar tarzda sallanıyor. Bu arada yeni gelenler oluyor, yana kayarak gelenlere yol açıyorlar.
"N'olacak bu vaziyetler" diyor gelenlerden biri, "Başvekil Amerika'ya gidecek diyorlar?.."
"Olacağı şu" diyor prostat ilacının kâşifi, "Buş, bizimkini biraz yatıştıracak. He, olur.. beraber yaparız bir şeyler diyecek. Haklısınız valla, ben de çok üzülüyorum bizler kardaşık esasen diyecek, hele biraz ağırdan alak, ben çekerim biraz Barzani'nin kulağını diyecek... Bir iki resim çektirecekler, haydi gidin selâmetle deyip yolcu edecek!"
"Yok artık canım" diyor yanındaki; "bu işler bu kadar çocuk oyuncağı mı? O kadar askeri seferber etmişiz hududa?.."
"Ya ne bekliyon ki" diye canı sıkkın bir ifadeyle lâfını kesiyor beriki, "Amerika dediğin Yahudilerle canciğer kuzu sarması. Petrol-metrol lâf bunlar. Herifler Irak'a babasının keyfinden asker çıkarmadı kardaşım?"
"Neye çıkarmış pekey?"
Sualdeki istihzâyı fark etmemek imkânsız; nitekim bizim stratejistin canı sıkılıyor, biraz asabileşiyor, önemli şeyler söyleyeceği intibâını veren şüpheli nazarlarla etrafı kolaçan edip, içimizde mahzurlu kişiler (!) olmadığına kanaat getirdikten sonra,
"Söyleyen bilmez, bilen söylemez, annadın mı" diyor, "bu işler öyle uzaktan göründüğü gibi olsaydı; oo-hoo..." Az sonra yapacağı önemli açıklamanın kıymeti takdir edilsin diye mânidar bir zaman aralığı bıraktıktan sonra hafiften boğazını temizleyerek konuşmaya başlıyor,
"Bu Amerika'nın derdi dâvâsı bizim Kürtlere yurtluk yer açmak değil; bi defa bunu bileceksin" diyor, "Esas dâvâ, Yahudilerin soluğunu feraha çıkarmak. Talabani felân niyçün böyle şişine şişine konuşuyorlar zannediyon? Yeli öbür taraftan alıyorlar da ondan. Bunlara, 'he kardaş size burada bir müstakil idare kurdurduk; ilerde daha iyi şeyler de düşünüyoruz sizin hakkınızda; vaktiyle sizin çok hakkınızı yediler ama bu zulmet devri sona erdi. Hele siz benim sözümden çıkmayın, bakın daha neler neler olacak' diye cesaret veriyorlar"
"O kadarını biz de biliyoruz canım" diye homurdanıyor itiraz eden, "ne yani?"
"O kadarını biliyon amma, yarın bir gün İsrail ile hudut komşusu olacağını bilmiyon efendi" diye öfkeleniyor. "Maazallah bu arada olan bize olacak; başta Kürd'e, sonra Türk'e, Arab'a, Acem'e; bunlar cırnağını geçirdiği yeri arıynan-namusuynan terk etmiş mi hiç?"
...
Ezan başlayınca sohbet kesiliyor tabiatıyla; birer ikişer doğrulup salavat getirerek camiye yürüyorlar.