Minare baz istasyonu, kubbeler çanak anten
Nasıldı o manzume: "Minareler süngü, kubbeler kalkan" diye başlıyor ve devam ediyordu. Devletin güvenliğini kollayan savcıların bu manzumede bazı mahzurlar tesbit ettiği ana kadar doğrusu çoğumuz Ziya Gökalp'in bu eserinden habersizdik.
Murat Bardakçı bir süre önce savcının ithamına konu olan manzumede, bazı mısraların değiştirilmiş olduğunu açıkladı. Manzumeyi kimin ve nasıl "tornistan" ettiğini bilmiyorum ama ben olsam o meşhur mısraları şöyle tornistan ederdim: "Minareler baz istasyonu, kubbeler çanak anten"
Diyanet İşleri Başkanlığı, bir süreden beri ilgili şirketlerle sürdürmekte olduğu görüşmeleri sonuçlandırarak minarelere, cep telefonu şirketlerine ait verici cihazların takılmasına karar verdi. İşin maddi boyutundan haberim yok fakat bu hizmetin bedava verilmeyeceği de âşikâr Bir mânâda kısm"ı âzâmı dini hizmet için halkın parası ve yardımlarıyla inşa edilen mâbedlerin minareleri ticarete âlet edilmiş oluyor.
Olur mu olamaz mı tartışması abes. Mescidlerin sadece ibadete tahsis edilmesi, modern zamanlara mahsus bir fonksiyon dönüşümüdür. Klasik devirlerde mescid, içinden gündelik hayatın geçtiği bir yerdi ve ticaretten diplomasiye, adli işlerden eğitime, bazı cezaların infazından siyasete kadar her nevi gündelik iş mescidin içinde, meşrûtasında ve avlusunda görülürdü (Detaylı bilgi edinmek isteyenler, MEB'nin yayınladığı İslâm Ansiklopedisi'nin "Mescid" maddesine bakabilirler). Camilerin sadece ibadete tahsis edilmesi, zannedildiği gibi laik ve asri zamanlarda değil, çok daha önceleri âdet haline gelmişti; bu uygulama, Türkiye'nin tatbik edegeldiği laik kamu düzeni anlayışı içinde camilere atfedilen fonksiyona uygundur. Meselâ derler ki: "Kamu alanlarında mescid kurmanın âlemi yoktur; kıyamet kadar cami var memlekette; gider namazını kılarsın, karışan mı var?" Laik kamu nizamında cami, hür vicdanla kamu işlerinin sınırlarını belirleyen ve bu bakımdan elle tutulur, gözle görülür bir gösterge teşkil etmesi bakımından numunelik bir örnek oluşturmaktadır. Camide yüksek sesle konuşulmaz, bahçe sınırlarından itibaren dünya işleri terk edilerek uhrevî bir iklime giriş yapılır. Cami hudutları içinde siyasetle uğraşmak kat'iyyen memnudur; cuma hutbelerinde bile Diyanet'in yolladığı hijyenik metinler kıraat olunarak cemaat, günün mânâ ve ehemmiyetine göre BCG aşısı, ağaç dikmenin fazileti, sigaranın zararları, nüfus kontrolü gibi konularda irşad edilir ve ibadet tamamlandıktan sonra camiden çıkılarak huzur"ı kalb ile gündelik hayata dönülür.
Türkiye'de mescidler fiiliyatta halk tarafından inşa ettirilmekte ve ancak gerekli prosedür tamamlandığında sembolik miktarda bir devlet desteği alınabilmektedir; bu kaidenin tek istisnası, Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarında özellikle köy camilerine yapılan kamu desteğinden ibaret kalmıştı. Camilerin gayrımenkul cinsinden mülkiyeti ise çeşitlilik gösteriyor: Tarihi camilerin mülkiyeti genellikle Vakıflar İdaresi'ne ait.
Yeni inşa edilenler arasında mülkiyeti Diyanet'e devredilenler veya camiyi inşa ettiren tüzel kişiliğin uhdesinde bulundurulanlar da var. Yani camilerin mülkiyeti çok parçalı bir yapı arz etmekle beraber Diyanet'in bu binalar üzerindeki tasarrufu, resmi görevli atamak ve ibadet hizmetlerini yürütmekten ibaret gibi görünüyor.
Minarelere gelince, mescidlerimizdeki minarelerin pek çoğu, asıl inşaat tamamlandıktan sonra bir hayırsever tarafından ayrıca inşa ettirilmektedir. Türkiye'de hemen her camiin en azından bir yaptırma"yaşatma derneği, pek azının ise tamir ve sair ihtiyaçların karşılanması maksadıyla kurulmuş olan bir vakfı vardır. Bu dernek ve vakıflar, mescidin Diyanet ve Vakıflar İdaresi tarafından karşılanmayan masraflarını göğüsler, temizlik ve onarım giderlerini karşılarlarsa da mescid binasının mülkiyeti üzerinde tasarruf hakları yoktur.
Diyanet'in minareleri GSM şirketlerine kiralaması, teknik açıdan doğru ve sağlıklı bir karar intibaını uyandırıyor; zararlı birtakım dalgalar yaydığı ileri sürülen verici cihazların mümkün mertebe insanlardan uzakta ve yükseklerde tutulmasında elbette fayda var. Benim takıldığım nokta Diyanet'in bu kararı alırken kendini camiler üzerinde sonsuz tasarruf hakkına mâlik bir mülk sahibi görmesidir; bu karar, bütün camilerin "hukuki mevzuat ne olursa olsun" neticede bir kamu binası ve dolayısıyla bir kamu alanı gibi addedilmesine yol açar. Ezcümle bu karar, Diyanet tarafından yürütülmekte olduğu için laiklik prensibine aykırıdır (tam bu noktada, "hangi işimiz laiklik prensibine münasip ki?" diye düşündüğünüzden eminim). Minare külahlarının GSM şirketlerine kiralanması hukuk tekniği açısından bir emsal teşkil eder ve bundan böyle Diyanet eğer isterse mescidlerin muhtelif yerlerine ticari ilan ve reklam panoları koydurabilir; mescidlerin bir kısmını (veya tamamını; niçin olmasın?) üçüncü şahıslara kiralayabilir. Hatta ve hatta hutbe metinlerinin başına, sonuna ve arasına reklam cıngılları ve mesajları yerleştirebilir. Kira gelirlerini doğrudan camilerin bakım ve onarımına aktarmış olsa bile burada bir de hiç şık durmayan ve çürük kokusu neşreden bir yeni tasarruf biçiminin ilk uygulaması ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Memleketimize hayırlı ve uğurlu olsun; neydi o manzume yahu?
"Minareler baz istasyonu, kubbeler çanak anten"
"Böyle olur çelebi, bizde laiklik dersen..."