Milliyetçilik ideolojisi ve Türkler

Türkiye’de bir tarafta kendi hâlinde yaşayan ve kimlikleriyle ilgilenmeyi pek akla getirmemiş olan Türkler var; öbür tarafta ise bir Türk milliyetçiliği.

Türk milliyetçiliğinin yaşayan Türklerle ilgisi pek yok; teorik, hatta metafizik bir şey ve yaşayan Türkleri görmezden gelmeyi tercih eden bir yapısı var. Örnek verelim; her sabah ilkokullarda çocukların bir ağızdan bağıra bağıra tekrarladığı Andımız’ın yaşayan Türklerle sahih bir alakası bulunmuyor. Bu andı onlar icat etmemişlerdir ve o and tekrar edildikçe bir şeyi ispat ediyor, bir kazanç sağlıyor da değillerdir.

“E, tabii ki öyle olacaktır çünkü Türkler hâkim unsurdur, devlete isim veren, devletin istikametini ve kadrolarını oluşturan unsurdur. Bu ülkede Türkçe hiç yasaklanmadı; ben Türküm diyenlere hor gözle bakılmadı hiç” denilebilir; kısmen doğrudur fakat mühim eksikleri var. Devleti kuranların zihnindeki Türklük, milliyetçilik ideolojisine can veren Türklük fikri, adı üstünde bir fikir, bir idea, bir inşâ idi. Devleti kuran Türkler, yaşayan Türklere aslında zerre kadar üstünlük tanıyor, değer atfediyor değillerdi. Onlar müteâl, çok uzaklarda, yükseklerde bir yerlerdeki hayâl halinde bir Türk milletine hitaben konuşuyorlardı. İki sokak ötesindeki insanlar ise varlığına tahammül edilen bir kalabalık sadece. Nitekim devleti kuranlar, yaşayan Türklerin a- dilinden, b- alfabesinden, c- giyiminden, d- eğitiminden, f- dininden, g- tarihî geçmişinden hiç de memnun değillerdi ve bu sarsak topluluğu silkerek, hayallerindeki ve yücelerdeki ideal Türk toplumu hâline getirmek için akıllarına gelen her türlü ameliyatı hasta üzerinde uyguladılar.

Şöyle bir şey oluyordu; devleti kuran ve biçimlendiren irade, kağıt üzerinde öteki Türklere -ve tabii Türk olmayanlara da- hep birlikte “değişmeniz lazım, değişin yoksa çok fena olur” diyorlardı ve gerçekten kötü şeyler oluyordu.

Andımızın hikayesi kabaca böyledir. Çocuklara her sabah tekrarlatılan anddaki “Türküm” ifadesi, aslında “Müslüman filan değilim, kendimi dini aidiyetle değil etnik gönderme ile tarif ediyorum ve bize Türk derler” anlamına gelmesi için formüle edilmişti. Esasen kurucuların öyle safkan Türk oldukları veya kadrolaşma manasında, kültür politikaları manasında ırkçılık yaptıkları ve yapacakları yoktu. Türk ırkından gelmiş olmak kurucular arasında bariz ve müşterek bir vasıf değildir; biz nasılsak onlar da öyleydi. Kültür milliyetçiliğini de yapmıyorlardı zira en çok nefret ettikleri hususların başında -garip ve ilginçtir!- Türklerin kültürel vasıfları geliyordu.

Bu adamların yapmak istediği şey, dindarlıktan uzaklaşmış, İslam’dan sıdkı sıyrılmış, kendini her sorulduğunda yekten Müslümanım diye tarif etmeyen bir topluluk meydana getirmekti. Türklük, Müslümanlığın aleyhine bir mana çerçevesine alınmıştı.

Dün nasıl idiyse bugün de öyle. Toplum içinde Türkler, etnik manada buharlaşmış bir topluluktur. Türklüğün Türkiye’de etnik bir iddiası ve nüvesi yoktur; birkaç samimi ve az sayıda ırkçı dışında hiç olmadı.

Türkler, söz gelişi anayasada, andımızda, dağda bayırda, resmi dairelerde karşılaştıkları hamâsî sözlerle okuyup keyfe gelmezler, ‘vay canına biz neymişiz be’ demezler. Türkçülük de yapmazlar fakat Devletçi oldukları doğrudur, devlet alâmetlerini düşkün görmeyi istemezler; bu arzunun içinde Türk milliyetçiliği değil, devletçilik vardır. Dikkat edilmeli.

Bana göre yaşayan Türkler, aslında milliyetçi bile sayılmazlar; esasen İslam kültürü dairesinde yaşadıkları için milliyetçilikten mana itibariyle fiilen uzak bulunurlar. Irkçılık bilmezler; milliyetçiliğin kültür boyutuyla da ilgili sayılmazlar. Mesela “milliyetçiyim” diyenlerin Türk diline, Türk kültürüne, tarihî birikimine öyle pek aldırış eden takımından olmaması tesadüf değildir. Yaşayan Türkler değil etnik, kültürel manada bile milliyetçilik yapmıyorlar; şehit cenazelerinde çok öfkelendikleri, erkeklikle ürkeklik arasında davranış olarak erkekliği tercih ettikleri söylenebilir ama mesela milliyetçi olmanın gerektirdiği miktarda kitap okudukları, düşündükleri milli kültür ve verâset hususlarına sahip çıktıkları ileri sürülemez. Yaşayan Türklerin, ideal Türk toplumu (millet) ile pek bir ilgisinin olmadığını tespite çalışıyorum. Onların andımızdan, anayasanın başlangıcındaki Türklüğü öven cafcaflı ama sathi Türkçülükten, resmi ideolojideki Türkçülükten çok ötede ve uzakta kendi halinde bir topluluk olduğunu söylüyorum.

Tesbitin altını çizelim; Türkiye’de Türk milliyetçiliği, kurucuların tasarladığı, millîlik vasfından ziyade laikleştirici bir ideoloji idi ve bu şekliyle toplum tarafından öteden beri soğuk muamele görmüştür.

Garip ama gerçek! Ara sıra hatırlamakta fayda var...


Kaynak (Arşiv)