Milli kültür, pop ve geriye "kalan"

Moskova'nın geniş bulvarlarında gördüğüm onca şaşırtıcı nesne arasında en beklenmedik olanı Tarkan'ın konser afişiydi.

Moskova herşeye rağmen bir dünya başkenti; nüfusu onbeş milyonu bulan bir dünya başkentinde, sayıca az, spesifik bir topluluğa değil de bilumum Moskova gençliğine hitab eden bir Türk sanatçısının afişini görmek beni sevindirmeliydi; sevinmek ne kelime tınmadım bile. Aksine biraz burukluğa kapıldığımı söylemeliyim çünkü Tarkan'ı Moskova sahnelerine çıkaran güç, onun popüler kültürün komisyonculuğunu yapmasıydı. Herşeye rağmen popüler kültür sahnında bir Türk sanatçısının hatırı sayılır başarılar elde etmesini küçümsemiyorum ama bu başarı beni onurlandırmıyor.

Bir an şöyle düşündüm; şu bulvardaki reklam panosunda bir Cinuçen Tanrıkorur'un, bir Münip Utandı'nın, bir Sabahat Akkiraz veya Bayram Bilge Tokel'in ismine rastlamak ihtimâli nedir? Herbiri Türk musikisinde birer büyük değer olmasına rağmen "millî kültür"ün üreticisi ve çoğaltıcısı durumundaki bu sanatkârlarımızın, popüler sanatçılar gibi kitlevî bir ilgi görmelerini beklemek muhaldir. Gayet tabiidir ki Cinuçen Tanrıkorur'u Moskova'da zevkle dinleyecek bir salon dolusu san'at eliti daima mevcuttur ama bu sayının stadyumları veya büyük meydanları dolduracak derecede çoğalmasını beklemeyiz; aradaki fark, popüler kültürle millî kültür arasındaki mesafe kadardır. Popüler kültür, "millî" olanı barındırmayacak kadar yuvarlatılmış, tüketimi kolaylaştırılmış ve patates kızartması gibi dünyanın her köşesinde aynı standart lezzeti vaadeden bir yaygınlık alâmet—i fârikasına sahip. Nitekim Tarkan, Kremlin avlusundaki konserinde Türk musikisi icrâ edeceği için bu alâkaya mazhar olmuyor; o, popüler kültürün Türkiye'de neşv ü nemâ bulmuş bir acentası olduğu içindir ki Türk vatandaşlarının üçüncü—beşinci sınıf insan muamelesi gördüğü bir kültür ikliminde star protokolüne tâbi olabiliyor.

"Pop"unuz neye yararsınız?

Popüler kültürle temas etmek kolay; hatta hiç zahmet bile gerektirmiyor; bütün medyalarda popüler kültür ürünleri, neredeyse üste para teklif edilecek bir cömertlik gösterisiyle tüketicinin üzerine boca edilmekte. Mesela o güne kadar televizyondan gayrı "kültür" nesnesiyle karşılaşmamış onbeş yaşındaki bir çocuk "pop" kültürün bütün sembollerini, yükselen değerlerini, jargonunu ve temel esaslarını hiçbir ekstra gayret sarfetmeden mükemmelen edinebilmektedir. Buna mukabil millî kültür vâdisinde bir yer tutmak, bir irtifâ kazanmak için özel gayret, hatta özel eğitim gerekecektir. Millî kültürün dili, popüler kültürden daha çok kavram ve kelime ihtiva eder; milli kültür değerlerini anlamak ve üretmek herşeyden evvela "ata ruhu" ile derûni temas halinde bulunmayı gerektirir ve sanıldığının aksine millî kültürle temas etmek, aile içinde, tabii çevrede mümkün göründüğü halde künhüne vâkıf olmak daima emek ve sabır işidir. Türk milli eğitiminin temel amaçlarından başlıcasını teşkil ettiği halde Türkiye'de Türk millî kültürünün genç nesillere kazandırılmasında niçin hep başarısızlığa uğradığımızın cevabı, biraz da böyle anlaşılabilir. Meselâ ana dilimiz Türkçe'yi evvela aile, daha sonra yakın çevre içinde hiçbir gayret sarfetmeksizin öğrenebiliyoruz ama bu Türkçe'nin zenginliğine vâsıl olmak için kâfi değil; sokak Türkçesi ile edebî ve ilmî Türkçe arasında çok büyük farklar vardır ve ikincisini öğrenmek daima fazladan gayret ve mesai ister. Kezâ din, edebiyat, musiki, felsefe ve millî sanatlar da bu cümledendir; tabii çevremizden bu hasletleri iptidai haliyle edinmek mümkündür ama milli kültüre vâkıf olmak, daima daha çok emek ister.

Çileli Yol: Millî kültürü üretmek

Millî kültürü tesâhüb etmek mevhibesine koca Milli eğitim teşkilâtımızın senelerdir bir türlü muvaffak olamadığı gözönüne alınırsa, popüler kültürün yaygınlık derecesi (ve tabii ucuzluğu) kolayca kavranabilir. Milli kültür vâdisinde irtifâ kazanmak isteyen bir kimse, maalesef başının çaresine bakmak zorundadır.

Türk musikisini mekteplerimizde öğretemedik; yıllar boyunca öğretmek için hiçbir gayret göstermediğimiz de ayrıca hicrân yarasıdır ama samimiyetle arzu edilmiş olsa bile mevcut eğitim araçları ve öğretmen kadrosuyla eğitim teşkilatımızın bu işin altından kalkamayacağını artık öğrenmiş bulunuyoruz (tam da bu noktada "neyi doğru dürüst öğretebiliyoruz da musiki eksik kalıyor?" diye serzenişte bulunsanız sezâdır). Musiki öğrenmek sadece nazariyat kitaplarıyla, nota mâlumatıyla başarılabilecek bir iş değil; işin bir de kulak terbiyesi faslı var. Notaya çekilmiş bir musiki eserini müteaddid farklı yorumlarla icrâ etmek mümkün; halbuki doğru ve aslî icrâyı notasyon usûlleriyle kâğıda aktarmak neredeyse imkânsız. İşte bu noktada ses arşivine ihtiyaç duyuluyor.

Türkiye'de ne musiki konservatuarlarımız, ne de bu sahada efsânevi bir şöhret ve kıdeme sahip olan TRT'nin ilmî tarzda tertiplenmiş ve çoğaltılmış bir ses arşivi hizmeti veremediğini esefle kaydetmeliyiz; özellikle TRT'nin bu husustaki ihmâli, —bütün iyiniyetli gayret ve birikimine rağmen— affedilir gibi değildir. Buna mukabil TRT, yıllarca sürdürdüğü yayınlarda koro şeflerinin keyif ve istikametine göre bir icra tarzı tutturmakla, bir değil birkaç neslin kulak terbiyesini, bir daha imlâya gelemez biçimde ifsâd etmiş bulunuyor. Geçenlerde TRT 1 kanalında yapılan bir eğlence programında "Sobalarında kuru meşe yanıyor" türküsünün neredeyse işitenlerde oynama isteği uyandıracak derecede "yörük", yani gereğinden daha hızlı icrâ edildiğini ve hüzünlü bir türkünün neredeyse karşılama havasına çevrildiğine herhalde dikkat edenleriniz olmuştur. Bu cinsten icra hatalarının düzeltilebilmesi ancak ses arşivine müracaatla kulak terbiyesini zenginleştirmekle mümkün olabiliyor; tabii bulunabilir veya ele geçirilebilirse...

Millî kültür nedir, neye yarar diye sual edilirse bilinmelidir ki, nev—i beşer olmanın, dünyalı olmanın, 72 millet içindeki yerini anlamanın ve hâsılı dünya ile iletişim eyleminin ilk ve en mânidar esasıdır denilse kâfidir vesselâm.

Devlet gibi bir firma: Kalan Müzik

Kalan Müzik, hayli yıldır, sanki mes'uliyetini müdrik bir kamu kuruluşu ciddiyeti içinde ve işin maddi kazanç kısmını asla ön plana getirmeden, adeta bir şövalye rûhuyla Türk musikisine karınca kararınca bir "ses arşivi" koleksiyonu armağan etmenin gayretini veriyor. Yayınladıkları albümlere dikkat ediniz; çoğunun ismini ilk defa duymuş olmanızı tabii karşılarım. Milyonluk tirajların vaka—i âdiyeden sayıldığı müzik piyasasında çok satan popüler albümlere yatırım yapmak dururken, Tenekeci Mahmut'un, Keskinli Hacı Taşan'ın, Talip Özkan'ın, Hisarlı Ahmet'in, Lale ve Belkıs hanımların ve daha nicelerinin çoktandır unutulmuş icrâlarını binbir zahmetle bir araya getirip filtreden geçirerek ve üstelik kanuni mirasçılarına te'lif hakkı ödeyerek satışa sunmanın, kapitalist mantıkta yeri yoktur ama bu hizmetin "milli kültür" indindeki kıymeti çok büyüktür; böyle müteşebbisleri alkışlamak, cesaretlendirmek ve gururlandırmak bizler için bir nezaket eseri değil, derhal ve defalarca ödenmesi gereken bir borçtur.

Kalan Müzik'in sahipleri devleti ele geçirmek mi istiyorlar bilemem ama devletin yapması gereken bir işi devlet gibi omuzlandıkları açık; ben buradan ilgililere ihbarda bulunuyorum, bakalım durumdan kim vazife çıkaracak?

Kültür Bakanlığına düşen...

Kalan Müzik imzasını taşıyan her albümün kalite garantisi, "Kalan" logosunun kefâleti altında bulunuyor. Ben bugüne kadar Kalan Müzik'in muhafaza edilmeğe değmez veya birkaç ay sonra kıymeti sâkıt olur cinsten albüm neşrettiğine şâhit olmadım. Kalan Müzik, yayınlarıyla bizlere değil, bu ülkenin yarınlarına hitab ediyor ve hizmet veriyor; Kültür Bakanlığı'nın, TRT'nin, Konservatuarların, enstitülerin bugüne kadar yapamadığı bir kültür hizmetini tek başına omuzluyor; bize "ses hâfızamızı" armağan ediyor ve bu eşsiz birikimi 21. yüzyıla taşıyor.

Kültür Bakanlığı, son günlerde kalitesizliği ve ilmî nokta—i nazardan değersizliği ayyuka çıkan ve ucuz mezhepçilik türetmekten başka hiçbir işe yaramayan antolojiler neşrederek vergilerimizi çarçur edeceğine, en azından Kalan Müzik'in neşrettiği her albümden en az bin tane satın alarak varlık sebebini doğrulayan bir hizmette bulunabilirdi. Kaldı ki Kalan Müzik neşriyatı içinde birbirinden kaliteli ve güzel Alevi nefesleri ve türküleri de var; albüm haline getirilirken gösterilen ilmî titizlik ve kalite arayışı o derece ciddî ki, herbiri millî kültürümüzün farklı renk ve ıtırlarda tomurcuklanmış birer çiçeği gibi gönüle ferahlık veriyor.

Bu bir "Kalan Müzik" reklamıdır!

Daha önce birkaç kere yazdım yine tekrar ediyorum; tâbiri nasıl anlarsanız anlayınız, Kalan Müzik'in reklâmını veya tanıtımını yapmak benim için bir borçtur; çünkü bu bir kültür hizmetidir. Bu şövalye ruhlu insanlara devletin en yüksek kültür nişanı verilse az gelir ama Ajda Pekkan'ın devlet sanatçılığına layık görüldüğü bir kültür ikliminde, bu ödüle hakkıyla lâyık olanlar kabul ederler mi bilmem. Ben kendi nâmıma Kalan Müzik'in "delikanlı" yöneticilerine, çalışanlarına ve bu işe emeği geçenlere en derin şükran ve saygılarımı sunmak istiyorum; zor olanı seçtikleri için bunu nicedir hak etmişlerdi zaten.


Kaynak (Arşiv)