Milli duruş?

Birine, “sen milli duruş göstermiyorsun” demek, lâfı düpedüz “hainlik yapıyorsun”a getirmenin dolambaçlı tarzı olsa gerek.

“Milli duruş” nedir? Eskiden bu soruya cevap vermek için bir kesekâğıdı dolusu esbab-ı mûcibe yazabilirdim ama artık lâfı uzatmayı gereksiz buluyorum, kriterlerim değişti çünkü. Meselâ, “Kötü oynasak da galip gelelim; icabında rakip takıma veya hakeme para verelim ama maçtan yüzümüzün akıyla çıkalım!” türünden millîci yaklaşımlara beş kuruş bile değer vermiyorum; kezâ, her lig maçından önce, İstiklâl Marşı okunması geleneğini de milli duruşla kabil-i te’lif bulmuyorum. Ahmet Çakır dostum bir yazısını bu konuya ayırmış, “Ne demek yani, maçlardan önce İstiklal Marşı’mızın okunmasından rahatsız mı oluyorsunuz?” diyenler bile varmış. Eh, ben onlardan biriyim işte. İstiklâl Marşı’nın gereksiz yerlerde, sırf vatanperverlik gösterisi olsun diye vara-yoğa okunmasından rahatsızım evet. Marşın sözlerinden rahatsız olduğum için değil (Söz aramızda marşımızın bestesi hâlâ, doğru-dürüst şan eğitimi almamış sıradan okuyucular için bile koral icrâsı imkânsız derecede güçtür. Yeni düzenlemeyi dinledim; derli toplu bir icra, ritim biraz vurgulanmış ancak önemli değişiklik yok), bilakis pek severim fakat vara-yoğa İstiklâl Marşı okumak, balkona, arabaya bayrak asmak veya dara düşünce “sen milli duruş göstermiyorsun” diye tepki göstermenin derinliklerinde bir tür eziklik, bir nevi kendinden ve değerlerinden şüpheye kapılmak manasına geldiğini düşünüyorum artık. Kızdığımız, beğenmediğimiz şeylere karşı millî sembolleri sallayarak tavır göstermek davaya güç katmaz, bilakis tezin zayıflığını gösterir.

Az önce “Milli duruş nedir?” diye sormuş ama cevabını vermemiştim; tek kelimelik bir cevap kâfidir: Hakkaniyet. Havada, karada, denizde; burada ve öbür tarafta başı dik, alnı ak olmanın reçetesi hakkaniyete riayettir. Peki, hakkaniyetin icabı “milli duruş”a aykırıysa ne olacak? Buyrunuz on puanlık bir bakalorya sorusu…

Cevap belli: Hak en yüce değerdir ve hiçbir şey ondan daha üstün olamaz. Bu hükmü, “canım ama şudur, budur” gibi bahanelerle askıya alacak bir istisnâ yoktur.

Peki, hiç milli hassasiyetimiz, duruşumuz olmayacak mı? Elbette olacak; geçenlerde bir gazeteci yazar, bir TV tartışması esnasında Başbakan’a hakaret eden Esed’in sözlerini keyifle yayınlayanlara karşı bu duruşu gösterdi ve dedi ki: “Şahsî olarak kendi hükümetimle ilgili olarak itirazlarım olabilir. Ama hiçbir Ortadoğu Hacivat’ının çıkıp Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na hakaret etme hakkı yok.” Doğru tavırdı ama bu tavrından ötürü, “milli bir duruş”a sahip oldukları hakkında şüphe edilemez hayranları tarafından çok sert ve acı bir şekilde eleştirildi. Başbakan’ın da bazı bazı kabullenmekte zorlandığı bir husus bu: Bazı karar ve eylemlerini eleştirmek Başbakan’a husumet duymak manasını taşımaz; hakaretin ise millisi gayri millisi yoktur.

12 Eylül’ün kara günlerinde Mamak’ta Ülkücü sanıklara zorla İstiklal Marşı’nın, Gençliğe Hitâbe’nin satır satır ezberlettirilmesinden, her aksamanın küfürlü dayakla cezalandırılmasından beridir ne zaman milli duruşla, milli hassasiyetle ilgili bir lâf işitsem, “Bunu söyleyenin derdi nedir?” diye titizlenmeye başlıyorum. Nedense tezinin kalitesine güvenemeyenler, ürünlerini genellikle “milli” veya “ulusal” bir ambalajla sararak pazarlamayı tercih ediyorlar. Milli kelimesini vara-yoğa kullanmaktan ötürü değersizleştirdik; şimdi de bayrağa ve İstiklal Marşı’na aynı kötülüğü reva görüyoruz. Bir gün milli sembol diye bildiğimiz şeyler, birleştiren değil ayıran unsur haline gelecek.

“Geldi bile” derseniz haksız sayılmazsınız. [email protected]


Kaynak (Arşiv)