Milletinden ümit kesmiş bir milliyetçilik
Tarihinde ilk defa bugün Kıbrıs meselesi hakkında Kıbrıs Türklüğünün fikri soruluyor.
Bence hükümetin Annan Planı ile ilgili görüşmeler esnasında takındığı en müsbet tutum, (iyi veya kötü, ihanet veya kahramanlık her neyse) planı Kıbrıs Türklüğünün kanaatine sunmasıdır. Hiç dikkat ettik mi; bugüne kadar Kıbrıs meselesi Türkiye'nin jeopolitik menfaatleri açısından değerlendirildi ve tartışıldı. O topraklar üzerinde yaşayan Türkler, bu hesaba ilk defa dahil ediliyor. Bu, herkesin dikkat ederse görebileceği ama genellikle ıskalanan bir gerçek; aynı niteliği taşıyan ikinci gerçek, Kıbrıs Türklüğünün 'milli basiret' noktasında KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'a ve Türkiye'deki 'hayırcı' lobiye hiç de itimad telkin etmediğidir. Daha günler evvelinden hayırcılar, Kıbrıslı Türklerin referandumda çoğunlukla evet oyu vereceğini bilmenin ve bu gerçeği değiştiremeyecek olmalarının sıkıntısını aksettirdiler. Topluma güvenmemek, bir Türk tipi liderlik klasiğidir; tam da, 'kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar, ya zurnacıya' mantığı. O zaman çare, devlet buyurganlığının ardına gizlenerek toplumu by-pass etmekten ibaret kalıyor. Hayırcı koronun tek kozu işte bu.
Kıbrıs'a hep toprak olarak bakıp, günün birinde o topraklarda yaşayan bir toplum olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmek hayırcıları sinirlendiriyor tabii; o yüzden 'evet'i ihanetle, vatan satmakla eşdeğer sayıyorlar; bu mânâda Kıbrıs uzaklardan bakınca bir nevi 'insansızlaştırılmış arz' parçası gibi görünüyor.
Bugün yapılacak referandumda Kıbrıs Türklerinin evet veya hayır oyu vermesi yönünde bir kanaat belirtmedim; bu kanaati izhar edenlerin içtihadına saygım var, o ayrı ama ben bu köşede hep esastan ziyade usûl yanlışlıklarının altını çizmeye çalıştım. Hükümetin usul hatası, böyle hassas bir dönemde Rauf Denktaş'la ağız dalaşına girilmesiydi; gereksizdi. Denktaş'ın hatası, bütün dünya kamuoyunun çözüme ulaşmak için didindiği bir süreçte en iyi çözümün statüko olduğunu savunmak, müzakereye inanmamak ve nihai tahlilde cumhurbaşkanı olduğu toplum yerine Türkiye kamuoyunu etkilemeye çalışmaktı. Eğer bugün gelinen durum, hayırcıların göstermeye çalıştığı gibi fecî bir ihanet ve gaflet tablosu ise çaresi Kıbrıs Türklerinin 'hayır' oyu istikametinde ikna edilmesidir; kaldı ki -bir son dakika sürprizi tasarlamıyorlarsa- Rumların anlaşmaya hayır diyeceği âşikâr ve iki taraftan birinin hayır demesiyle anlaşma yürürlük şansını kaybedecek.
Gelelim Kıbrıs Türklüğünün beklentilerine: 'Tabiatıynan evet'çi Türklerin, tam da ortalama Türklere mahsus bir iyimserlikle AB'ye Annan Planı aracılığı ile duhûlden gökteki yıldızların avuçlarına düşeceğini umdukları anlaşılıyor. Bu topluluk içinde Ada'daki Türk askeri varlığından fena halde sıkıntı duyan tıynetle, kendi devletinin kısaltılmış ismini telaffuz ederken 'kaka' vurgusu yapmaktan çekinmeyen nesepsizlerin, neticede hayal kırıklığına uğraması mukadder, safdil iyimserlerle aynı safta toplanması bir başka teşhis sıkıntısı yaratıyor. Eğer evetçilerin profilinde ıslahı gayrı kabil bir kimya var ise vebâli başkimyagerdedir, yani otuz seneden beri kendi halkına, Kıbrıs'taki milli davayı lâyıkı vechile anlatamayan mercilerde. İşte o merciin kendi toplumunu ikna etmek yerine, daha düne kadar Türkiye'yi 'Fırat'ın ötesiyle berisi' diye tarif eden bulaşık zümrelerle işbirliğine girişmesi neticede inandırıcılığını örseledi.
Şimdi susup Kıbrıs Türkü'nün sesine kulak verelim; 'millet çoğu kere kendisi için neyin yararlı olduğunu bile fark edemez' diyebilen milliyetçi abilerimize inat.