‘Milletin derin irfânı’ndan sağa dön; tam karşında!
Memlekette iyi şeyler de oluyor; bunlardan en dikkate değer olanı sevgili Türk basınının gazetecilik ve haber ahlâkı üzerine tartışmaya başlamasıdır; Elhamdülillah! Başbakan’ın bu çerçevede yaptığı, “Batsın böyle gazetecilik” çıkışı, tetikleyici bir tesir yapması bakımından faydalı olmuştur.
Tarih ve sosyolojiye dair birikimime göre şöyle bir hükme varıyorum; biz Türkler akıllı bir milletiz, zekâca geri olduğumuza dair genetik bir bulgu yok, hattâ kurnazlık faslında diğer kavimlere nazaran burun farkıyla önde olduğumuzu bile söyleyebilirim. Akıllıyız fakat fetânetimizin tabii sınırları var; meselâ ıslak ayakla yere basarken elimizdeki çiviyi prize sokmadan elektrik çarpmasının ölümcül bir tecrübe olduğunu anlayamıyoruz. Bu hususta edindiğimiz kitabî bilgi ne yazık ki bir işe yaramıyor. Teorik ve bilimsel bir ifâde ile bütün yanlışları birer birer yapmadan doğrusunu bulamamak gibi bir tabiatımız var ve bu özelliğin milleti millet yapan vasıflar arasında bulunup bulunmadığını tam olarak bilmiyorum; muhtemelen öyledir!
Karşıdan bakınca, bütün yanlışları deneyerek doğruyu bulmak aptallık gibi görünüyorsa da bir başka açıdan aslında ilmî bir şeydir bu; yani doğruya ulaşmak için bütün yanlışları teker teker işlemek, “evrensel bilgidir, hop diye üzerine atlayalım!” diye tezcanlılık göstermemek ve bu uğurda -eh!- bir miktar hasara uğramak, pek akıllıca sayılmasa da pekâlâ metodik ve öyle olduğu için saygıdeğer bir yaklaşımdır.
Askerî darbe ile iktidar değiştirmenin yanlışlığını, bir kısım üst rütbeli ordu mensubu ile birlikte bir kısım basının da hâlâ öğrenememiş olmasını bu cümleden sayabiliriz meselâ. Bazıları hâlâ “bütün prizlere çivi sokmadık ama!” diye titizlenip, bütün ihtimâlleri yoklamadıkları için eski tutumlarını inatla savunabiliyorlar meselâ (Bkz. Tümevarım zaafiyeti!) Bu naif yaklaşıma, doğruyu söylediği için tutuklandığını düşünen bir eski ordu mensubunu ilâve etmekte mahzur görmüyorum. Kezâ, milli menfaatlere aykırı haber yapmak konusunda çakma entelektüel iştahıyla tartışan gazeteci arkadaşları da bu kafileye katabiliriz; oysaki onlar, pişmiş aşa soğuk su katan habercilik anlayışları yüzünden değil, sadece ellerindeki haber metnini keyiflerine geldiği gibi kısaltıp yönlendirmek gibi basit bir habercilik kuralını çiğnedikleri için eleştiriliyorlardı.
İyi şeyler de oluyor demiştik ya... Geçen gün Cumhurbaşkanı ile görüşen CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun çıkışta, “Milletimiz büyük kaygı içinde. Bu kritik dönem içinde hepimiz milletimize karşı görevlerimizin hakkını yerine getirmeliyiz” demekle yetinmeyip üstüne üstlük “Bu kritik dönem içinde hepimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve milletine karşı olan görevlerimizi eksiksiz olarak yerine getirmeliyiz, çünkü böyle bir dönemde kendi sorumluluklarını ihmal edenler, tarihe hesap veremezler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin binlerce yıllık birikimle zenginleşmiş aklı ve milletin derin irfanını acilen ve yeniden devreye sokmak mecburiyetindeyiz” şeklinde konuşması bir yandan göğsümü kabartırken öte taraftan “Acaba, bazı iyi saatte olsun güçleri CHP’yi ele mi geçirdiler?” diye huzursuzlanmama yol açtı. Göğsüm kabardı çünkü biz gençken tıpkı Sayın Kılıçdaroğlu gibi konuşuyorduk ve CHP’liler de nedense alayımızı “faşist” diye niteliyorlardı. Terakkî terakkîdir velâkin yine de huzursuzlandım azizler; çünkü bir CHP genel başkanının, “milletimize karşı görevlerimiz.., tarihe hesap vermek.., devletin binlerce yıllık birikimle zenginleşmiş aklı...” gibi resmen ve alenen milliyetçi-mukaddesatçı retoriğe dair kavramlarla konuşması bana tekin gelmedi; hele hele, “milletin derin irfânı” sözünü duyduktan sonra kopup gitmişim.
Vaktiyle Louis de Funes’in de oynadığı bir Fantoma dizisi vardı ve Fantoma, “Binbirsurat” gibi her kılığa bürünebilirdi; acaba diyorum!...