Mezhep taassubu veya Hz. Ali'nin abdesti meselesi

Bizde de eseri görülen taassup örneklerine rağmen mektupta hikaye edilen vahşet nümunelerine göre çok daha aklı başında, birlikte yaşama edebini asırlarca temrin etmiş bir kültür muhitinin içinde yaşadığımız için kendimizi şanslı saymalı ve nimetimizin kadrini bilmeliyiz.

İslâm"ın haberi kaynağında tek ama onun algılanma ve yorumlanış biçimleri niçin farklı? Bu sualin cevabı kendi içindedir: Algı ve yorum, haberin kendisinden farklı iki tezahür. Basitçe bir benzetme yapalım: Karanlık bir odadaki kandil, tutuşturulduğunda bütün eşyaları ve çehreleri farklı derecede aydınlatır. Aynı misâli insana ve insan toplulukların zihnine aksettirirsek durum daha değişik bir çehreye bürünür; "kulaktan kulağa"oyununda olduğu gibi haberin tekliği, onun değişmesine engel olamaz. O yüzden hatâ payını azaltmak için sâlim bir düşünceyle ilk kaynağa dönüp onu tetkik etmek çok değerli bir sınama işlemidir.

Sizlere birkaç hafta önce Cihan Haber Ajansı"nın muhabiri Harun Çelik"in mektubunu aktarmış, İslâm dünyası adını verdiğimiz kaosun uzak yerlerinde "İslâm haberi"nin nasıl farklı algılara konu teşkil ettiğinden bahsetmiştim. Bu hafta Harun Çelik"in bir başka mektubundan söz etmem gerekiyor; ilki kadar çarpıcı ve can acıtıcı ama bilinmesi lâzım. Sözü uzatmadan sizi mektupla başbaşa bırakıyorum:

Allah rızası için öldürmek?

Size bu satırları bir hayli üzgün ve bir o kadar kızgın bir ruh haleti içerisinde yazıyorum. Az önce merkeze göndermek zorunda kaldığım haber, bu ülkede yazmaktan en çok nefret ettiğim haberlerden biri yani ibadet ederken öldürülen Şiiler ile ilgiliydi.. "Cuma namazına giden "Şii Müslümanlar"ın bulunduğu otobüse saldırı: 7 ölü." Dört yıldır bu tür haberler yazmaktan gına geldik. İnanılacak, akıl alacak şey değil. Secdeye varmış insanları "Allah rızasını kazanmak" için öldürmek. Bu coğrafyada yaşadığım süre içerisinde gözlemlediğim şey şu: Din, cehalet ve taassup üçlüsü bir araya geldiğinde, dünyadaki en zehirli silah haline geliyor. Böylesi bir din anlayışı evlerden, ocaklardan uzak olsun. Bu haber için tüm ajanslar Şiiler"e saldırı ifadesini kullanmış; Sadece Şii deyince sanki bir başka dinin mensuplarından bahsediliyor gibi. Bu insanlar Şii Müslümanlar. Yani bizim mezhebi farklı din kardeşlerimiz.

Dinin kabuğuna, şekline ölürcesine bağlılık; lakin özünden sonsuzluk kadar uzak olmak. Bu insanlar cuma namazına gidiyorlardı. Allah"a kulluk vazifelerini yerine getireceklerdi. Lakin nasip olmadı. Din adına öldürüldüler. Tıpkı fanatik Yahudiler"in El Halil Camii"ndeki Müslümanların üzerine namaz kılarken ateş açmaları gibi.

Bunu yapanlar, kendilerine Sipahi-i Sahabe diyen, gözü dönmüş, -Haricilere rahmet okutan- bir topluluk. Kendilerini Peygamberimizin Sahabe-i Kiram"ına nisbet ederek, Şiiler"e düşmanlıklarını, Sahabe sevgisi ile izah ediyorlar.

Yakından şahit olduğum olayı nakletmek isterim: Sünni Sipahi-i Sahabe Örgütü, bu camide namaz kılanların üzerine yaylım ateşi açmış. Akşam namazı için camide bir araya gelmiş olan Şii Müslümanların mescidi kan gölüne dönmüştü. İbadet eden Müslümanlardan 9"u bir daha secdeden kalkamamıştı. Türkiye"de iken kendi kendime "Nasıl olur da Müslümanlar (!), Peygamber"in torununu, çoluk ve çocuğuyla birlikte, susuz bırakır ve ardından parça parça doğrar; Peygamber evladının başını keser; kundaktaki peygamber torununun böğrüne mızrak sokar? Buna inanamıyorum. Böyle bir şey sahiden oldu mu?" dediğim olurdu. Burada yaşadıklarımdan sonra, şimdi hiç şaşırmıyorum.

Bir ara, Sipahi-i Sahabe"nin lideri ile görüşebilmenin yollarını aradım. Pakistanlı bir dostum, "Bunu yapma. Sen bu insanları tanımıyorsun. İnan seni de öldürürler. Uzak dur" dedi. Ben de çok üstüne gitmedim. Hint alt kıtasında, Sünni, Şii, Hindu ya da Sih; bunların maalesef en anlamlı ortak özelliği, inançta fanatizm ve beraberinde gelen diğerini yok etme içgüdüsü!

Bir müslüman "ölüm dansı" yapabilir mi?

Afganistan: 20 yılı aşkın bir süredir bilfiil savaşın yaşandığı; kundaktaki bebelerin savaş şarkılarıyla büyütüldüğü, barut kokan topraklarda savaşın acımasızlığıyla serpildikleri ülke. Savaşın tek gerçek olduğu ve hiçbir kural tanımadığı bu coğrafyada mezhep çatışmalarının da en yoğunları yaşanıyor.

Karaçi"de önceki gün yaşanan vahşet örneği, fanatik Sünniler"in insanlık sınırlarından nasıl dışarı çıktığının tartışma götürmez örneği idi. Afganistan"daki örnek ise Şii"lerin insanlıktan çıkmış halini yansıtıyor.

"Ölüm Dansı" nedir bilir misiniz? Müsadenizle anlatayım. Hazaralar, (Şii grup) Moğol-Türk karışımı bir topluluk. Peştunlar ise malumunuz Taliban"ın da dayandığı taassubuyla meşhur Sünni bir etnik grub. Ölüm dansını şöyle anlatayım. Mesela çatışma esnasında ve bir başka olay ardından bir Sünni Peştun (Patan da deniyor), Şii Hazaralar tarafından yakalanıyor. Hazaralar yani Şiiler, geniş bir meydanda halka şeklinde toplanıyorlar. Esir Sünni Peştun meydana getiriliyor ve besmeleyle bir vuruşta kafası gövdesinden ayrılıyor. Kafasız ceset orta yere atılıyor. Maktul henüz ruhunu teslim etmeden -farklı mezhepten- din kardeşleri ise can çekişen ölüye alkışlarla eşlik ediyorlar.

Saklı gizli değil, yüzlerce insanın şahit olduğu acı gerçekler bunlar. Tabii ki tek taraflı değil. Diğerlerinin yaptığı da bu örneği aratmaz: Kendi kavillerince "din düşmanları"nı utanıp sıkılmadan Allah"ın o güzel ismi ağza alınarak kestikten sonra, bu bol sevaplı (!) işi yapmayı kendilerine nasip ettiği için Allah"a şükretmek (!) için hep birlikte, kafasız bir sürü cesedin yanında "Şükür namazı" kılıyorlar. Bunlar gerçek. Yaşanmış şeyler...

Şehid edildiğinde Hz. Ali"nin abdesti

bozulmuş muydu

Afganistan"da her iki taraftan insanlarla da konuşma imkanı buldum defalarca. Her iki kesim de kendi zulmüne diğerinin zulmünü gerekçe gösteriyor. Bir kör döğüşü ya da bir kan davası sürüp gidiyor. Bu insanların yaptıkları inançlarından ya da dindarlıklarından kaynaklanmıyor. Şii ve Sünni her iki taraftan da aşırı gidenler, cahilliklerine ve yobazlıklarına, dinlerini ya da mezheplerini kılıf olarak kullanıyorlar. Fakirlikle cehaletin birleştiği bu coğrafyalarda cahil güruhların ilkel tutumları, din adına sunuluyor. Kafa keserken Bismillah demek, yatırıp adam keserken kıbleye çevirmek gibi fıkhi incelikleri (!) dikkate alacak kadar hassas (!) olan bu insanlarla teolog ya da sosyologlardan ziyade psikiyatristlerin ilgilenmesi gerek diye düşünüyorum.

Taassubun ve İslâm adına insanı yok saymanın bizde de örneği yok değil ama hamdolsun o vahşet derecesinden uzağız. Hadise şu: Vaiz efendi, minberde Hz. Ali"nin Hariciler tarafından şehit edilişini hikaye etmektedir: "Muhterem cemaat, Hz. Ali kerremallahu vecheh efendimiz, sabah namazını eda için mescide geldi. Namaza durduydu ki İbn-i Mülcem iki kürek kemiği arasına zehirli hançeri sapladı. Hz. Ali efendimiz bu halde dahi namazını tamamladı. Ama muhterem cemaat, Hanefi mezhebine göre Hz. Ali"nin abdesti bozulmuştu."Yani namazı da bozuldu demeye getiriyor. Bizden verilecek bu masum örneğin, diğer Müslüman ülkelerdeki ileri varyantları vahşet menziline ulaşıyor.

Kısalttım ve sansürledim çünkü...

Hayli uzun mektubu kısaltmak, hatta kısmen sansür etmek zorundaydım çünkü içinde vahşet ibareleri var ki dayanabilmek imkânsız ama bir şekilde bilinmesi, duyulması da gerek. İslâm dünyasının nasıl zorlu bir cehalet, fukaralık ve taassup sarmalı içinde bunaldığını hikaye eden bu haberler, bizim gazetelerin dış haberler sayfasında birkaç satırlık özetlerle geçiliyor. Evet, kötü misaller reklâm edilmemeli ama şunu da hatırlamalıyız ki İslâm alemi demek Türkiye demek değildir. Bizde de eseri görülen taassup örneklerine rağmen mektupta hikaye edilen vahşet nümunelerine göre çok daha aklı başında, birlikte yaşama edebini asırlarca temrin etmiş bir kültür muhitinin içinde yaşadığımız için kendimizi şanslı saymalı ve nimetimizin kadrini bilmeliyiz.

AKLINIZDA BULUNSUN:

BENZERLERİNİN ÇOĞALMASINI DİLEDİĞİM BİR KİTAP: SİYASET

Genç ve etkili siyaset bilimcilerimizden Prof. Dr. Mümtaz"er Türköne"nin editörlüğünü üstlendiği çok farklı bir eserden söz etmek istiyorum: Çalışma "Siyaset" anabaşlığını taşıyor. Ebadından, muhtevasına kadar Türkiye"de benzerini pek görmediğimiz yeniliklerle dolu bir eser. Kare biçiminde tasarlanan sayfa düzeni, yayıncılığımız için alışılmadık bir yenilik ama asıl ilginç olanı, siyaset hakkında gazete okuyucusundan öğretim üyesine kadar bilinmesi gereken her tabakadaki bilginin, çok ustalıklı bir editör çalışmasıyla bir araya getirilmesi, birbirini destekleyen paralel metinler halinde yan yana sunulması, gerektiğinde resimler, çizelgelerle zenginleştirilerek rahat bir okumaya zemin sağlanması bence. Batı üniversitelerinde rastladığımız biçim ve muhtevaya uygun bir nitelik taşıyan kitabın başlıca bölümleri şöyle: Siyaset Teorisi, İdeolojiler ve Sistemler, Siyasetin Toplumsal ve Kurumsal Boyutları, Siyasetin Güç Merkezleri, Çağdaş Siyasi Yönelimler ve Siyasetin Küresel Boyutları. Kitap, Lotus Yayınevi tarafından Ankara"da neşredildi ve tam 768 sayfa. Hem ders kitabı, hem müracaat eseri olarak alkışlanması gereken bir çalışma; ilgilenenlerin kaçırmaması gerekir. Bilgi için: [email protected] ve www.lotuskitap.com


Kaynak (Arşiv)