Mevcut hükümetle 4. dönem?
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, HSYK’nın işleyişi hakkındaki teklifi Adalet Komisyonu’nda savunurken aynen şunları söylüyor: “Biz de hata yaptık. Soruşturma veya kovuşturmanın muhatapları farklı olduğu zaman sesimizi gür çıkarmamız lazımdı.
İdeolojik yapılanmadan herkes şikayetçi oldu. Yasayı koyduk, yürürlüğe girdi. Amacımız bir oy kullansın, kurulda her renk olsun, uzlaşma olsun istedik. Ama ortaya çıkan durum, bir mensubiyetten başka bir mensubiyete intikal oldu. Bir ideolojiden başka bir ideolojiye geçti.”
Hatalarını itiraf edebilen insanların yararlandığı peşin bir sempati kredisi vardır. Sayın Bozdağ’ın itirafı, sempati kredisi kapsamına girmiyor çünkü kanun teklifinin metni ve özellikle ruhundan anlaşıldığı kadarıyla çok daha vahim ve ağır hatalara yol açabilecek bir teşebbüs söz konusu; bir nevi taammüd durumu. HSYK söz konusu olduğunda geçmişte yapıldığı ileri sürülen hata AK Parti’yi veya Başbakan’ı ilzâm etmiyor ki. O düzenleme bütün halkın katıldığı bir referandumla gerçekleşti ve anayasa maddesi haline geldi.
Tartışmak bile gereksiz aslında: Yeni HSYK düzenlemesi, hükûmetin Adalet Bakanı aracılığı ile yargı üzerinde ağır bir vesâyet kurma arzusunu aksettiriyor. “Taammüd” hâli budur. O derece ki Başbakan, “Kanunu Meclis’ten geçirelim; isteyen hemen Anayasa Mahkemesi’ne başvursun.” diyerek teklifin ciddi surette aşırılıkla mâlul olduğunu, hükûmetin ise kanunun yayınlanması ile Anayasa Mahkemesi’nin iptali arasında geçen zaman zarfında HSYK’da gerekli düzenlemeleri yaparak fiilen bir avantaj sağlayacağını imâ ediyor.
Cumhurbaşkanı’nın teklifi üzerine HSYK kanununun anayasa değişikliği şekline çevrilmesi ilginç bir gelişme. Hükümetin çoğunluğuna dayanarak tek başına kanun yapması yanında diğer partilerin de katıldığı bir anayasa değişikliği elbette daha demokratik bir yol. Bulunan yol krize çare olabilecek mi, bunu göreceğiz fakat bir ay öncesinde gündemde bile olmayan HSYK’nın şimdi bir numaralı “Halk düşmanı” gibi gösterilmesi çok anlamlı.
İtiraf psikolojisi üzerinde durmamız lazım. Bir partinin bütün heyetiyle geçmişte âdeta ağır bir illüzyona mâruz kalmışlar gibi itiraf heyecanına kapılması, şaşırtıcı bir hal. Kitle halinde bu kadar vahim hatalar yapabilen bir kadronun halktan yeniden destek istemesi durumunda bu zaaflar hatırlanır, hatırlatılır. Ne var ki hükûmetin asıl meselesi, bir sonraki seçime güçlü ve haklı girmekten ziyade şu günün sıcak gündem maddeleri hakkında tedbir alabilmek, gelişmeleri durdurmak veya kendi lehine yönlendirmekten ibaret gibi görünüyor.
Doğrusu 12 senedir Türkiye’yi idare eden -ve hakkı teslim edelim, çoğunluk itibariyle iyi yöneten- bir topluluğun, birkaç yolsuzluk soruşturması karşısında düştüğü ürküntü çok şaşırtıcı.
Bu panikte, geçmişte kazanılmış siyasi tecrübeden eser yok. Öyle olmasaydı emniyet teşkilatını darmadağın eden ani tayin furyasına, yürütmesinin durdurulacağı bilindiği halde adli kolluğun görev yapamaz hale getirilmesine, bakanların ve Başbakan’ın savcılarla polemiğe girişecek derecede sinirli ve telâşlı hallere bürünmesine ve nihayet HSYK’nın işleyişini Adalet Bakanı’nın keyfine terk eden anayasa değişikliğine hiç gerek kalmazdı.
Manzara iç açıcı değil. En iyimser ve tarafsız gözlemciler için bile, “Mevcut hükûmetle 4. dönem iktidarı”, büyük soru işareti ve ünlemlerle dolu bir tasavvur gibi görünüyor.
Başbakan’ın krizlerde tansiyon yükseltme ve sertlik yanlısı uygulamaları, merkez sağ seçmenine önünü görebilme, iyimser bir gelecek vizyonu çizme imkânı bırakmadı. Herkes nefes nefese yolsuzluk soruşturmalarının yol açtığı şaşırtıcı krizin nasıl sonuçlanacağına kilitlenmiş durumda.
Hayal kırıklığı büyük. “Ustalık devri” diye adlandırılan şu dönemde hükûmetin yarıdan fazlasının değişmesi bile kendi başına dramatik bir işaret. Yaşadığımız günleri gelecekte tarihçiler, ‘ustalık dönemi’nden ziyade “Lüzumundan fazla yüksek tutulmuş özgüvenin ani çöküşü” şeklinde bir başlıkla niteleyeceklerdir.
Böyle bir heyeti 4. kere Türkiye’nin dümeninde görmek seçmen için ne derece câzip bir seçenektir; bunu bekleyip göreceğiz.