Mesele şahsî değil arkadaşlar; ontolojik!
Ali Demir için üzülüyorum; eminim ki parlak ve temiz bir akademik kariyerini, aslında idarecilik nosyonuna sahip herkesin üstesinden gelebileceği bir bürokratik mansıp uğruna gölgede bıraktı.
Prof. Dr. Ali Demir: Konyalı, ülkenin en iyi teknik üniversitelerinden birinden makine mühendisi unvanıyla mezun olmuş; ardından yüksek lisans, İngiltere'de doktora. İTÜ'de tekstil mühendisliği anabilim dalında görev üstlenmiş, ardından Fen Bilimleri Enstitüsü'nde müdürlük.
Bu kariyer hikâyesinde, yüz kişiden 99'una garip gelmeyen ama beni hep hayretlere sevk eden bir nokta gizli: Parlak bir öğretim üyesi ve özel sektörde iş yapabilecek derecede rekabet nitelikleriyle donatılmış bir endüstri mühendisi niçin, üniversitesinde yöneticilik görevine tâlip olur? Bizatihi bilimle uğraşmanın hazzı ona yetmemiş midir; öğrenci yetiştirme, araştırmalar, projelerini uygulamaya koymak fırsatı gibi imkânlar, niçin bir yerden sonra Türk bilim adamlarına yetersiz görünür de "idari" görevlere tâlip olurlar? Üniversitelerimizde idari görevden âdeta kaçan, sadece işiyle yani bilimle meşgul olanları ancak parmakla göstermek mümkündür; buna mukabil üniversitelerde idari görev edinmek için çabalamak sıradan ve tabii bir uğraş haline gelmiştir.
İçlerinde bazıları arkadaşımdır, bana kızacaklardır; kızsınlar ama doğruyu söylesinler: Akademik eğitim süreçlerinin herhangi bir yerinde öğretim üyesinde idari nosyon kazandıran bir eğitim programı var mıdır? Yoktur; yazılı olmayan kurallara göre üniversitelerde idari görevleri bilim adamlarının üstlenmesi âdet olmuştur. Niçin? Bilimle uğraşanların idari işlerde başarılı olacaklarına dair bir karine mi var? Yoo! Bilakis başarılı hali istisnâidir; başarısızlık ise mukadder.
Peki, YÖK bu duruma niçin müdahale etmez? Çünkü onlar da idari görev üstlenmiş akademisyenlerdir aynı zamanda. Öğretim üyelerini idari işlerden uzak tutacak radikal bir kararın altına imza koyamazlar; kendi aralarında bu meselenin sohbetini yaparlar mı bilmem...
Ali Demir'e dönelim; Anadolu Ajansı'na uzun bir mülakat vererek kendini ve kurumunu savunmuş. Beyhûde gayret, nâfile çaba. Artık kreş çocukları bile farkına vardı ki, ÖSYM başkanlığına atandığı andan itibaren, bu kurumda kemikleşmiş bürokratik yapıyla aralarında doku uyuşmazlığı ortaya çıktı ve büyük ihtimâlle içerden yönlendirilen manipülasyonlarla neredeyse ÖSYM'nin yürüttüğü her imtihanda şaibe aranır oldu. Oradaki nasıl bir yapıdır ki, süvarisini eyerden düşürmek uğruna kurumun güvenilirliğine gölge düşürebilmektedir? Kaldı ki, ÖSYM'deki selefinin, kurum etrafında halkalanmış "sektörel dayanışma"yı savunmak ve kaleyi "yad"lara bırakmamak için nasıl tahkim ettiğini bilenler biliyor. Her şeye rağmen Sayın Demir, kurumunu savunmak nâmına bildiklerinin hepsini anlatmıyor gibi bir his içindeyim, bir devlet adamı tavrı seziliyor bu ketum duruşta. Ne olursa olsun, direnmek, meseleyi şahsi bir izzetinefis konusu yapmak yerine çekilse, belki pek sevdiği o kuruma daha fazla hayrı dokunacaktı sanki...
Ali Demir'i tanımam ama dürüstlüğüne, ahlâkına gözüm kapalı kefil olurum; dürüstlük ayrı şey, idarecilik başka bir mahâret. Yazdıklarım, onun şahsıyla değil, menşe'iyle ilgili olarak okunursa memnun olurum. ÖSYM'den gelen kötü kokularda Ali Demir'in şahsen hissedar olmadığına eminim ama yöneticilik başka bir maden, başka bir kimyâ. Ben olsam, ilk patırtıda, "Bu iş bana göre değil, alın emanetinizi" der çekilirdim, o dayandı; hâlâ direniyor. Ne için? Kendisinden önce efsanevi bir dürüstlük şöhretine erişmiş ÖSYM'yi yeniden güvenilir kılmak için.
Şahsi değil umumî konuşuyorum: Öğretim üyelerimizin kısm-ı âzâmında bilim denilen şey, Ontolojik bir hayatiyet taşımıyor, bürokratik bir meslek gibi algılanıyor; öyle olduğu için bilimin kendisi hakkında bir fikir sahibi olmak bâbında "Epistemolojik" bir endişe de üzerlerinde durmuyor pek. İdari görevlere bu derece inhimâki zaaf göstermenin bana göre en mâkul izahı budur. O yüzden ben, maaşının azlığından sızlanan öğretim üyelerine hiç saygı duymadım; bilim olsun, öğretim görevliliği olsun bunlar birer hayat tarzıdır ve hayatın temel rüknü haline konulmuş konularda maaştan yakınmak yakışık almaz; bilime baş koymuş adamlar, değil üç beş kuruş kandile yağ damlatacak diye başkaca idari görev aramayı, zorla görevlendirilmeyi bile angarya addeder, üstlenmeyi zül sayarlar.
Ali Demir için üzülüyorum; eminim ki parlak ve temiz bir akademik kariyerini, aslında idarecilik nosyonuna sahip herkesin üstesinden gelebileceği bir bürokratik mansıp uğruna gölgede bıraktı.