Meselâ meselâ!...
Okuyucu sohbetlerinden birinde "Televizyon tartışmalarının faydasına inanıyor musunuz?" suali soruldu. Televizyon, hakikati aramak için elverişli bir vasıta değil; televizyon medyasının mukaddesi seyir, nâm-ı diğer "rating".
Televizyon dilinde görüntü ve aktivite heyecanı taşımayan şeylerin değeri yok; yani sıradan şeyler, emek sarfı esnasında yaşanan alelade şeyler televizyon dili bakımından cazibe taşımıyor. Televizyon emeği tanımıyor, sonuca kilitleniyor. Televizyon seyircisi, yine bizzat televizyon tarafından aşağılanıyor. Seyirci, düpedüz aptaldan biraz daha akıllı, gözüyle inanır ve öğrenir, ancak atraksiyondan hazeder ve çabucak sıkılıverir, düşünmeye üşenir bir yaratık gibi kabul ediliyor. Televizyon tartışmalarında da bu kriterlere itaat edildiği için zihnî planda insana hayrı dokunmaz kanaatindeyim. Sûretâ, o güne kadar bu gibi meseleler üzerinde hiç kafa yormamış insanlara, tartışma konusu hakkında pek çok bilgi zerk edildiği açıktır lakin meseleye bilgiyi aktarmakla kalmıyor; bilginin "ne idüğü", çoğu kere bilginin kendisinden daha mühim. Televizyon seyircisi, ille de birbirini nakzeden tartışmacıların çalparaya dönmüş dilinden öğrendikleriyle nasıl bir içtihatta bulunabilir ki?
Evrim meselesi ve Darwin nazariyesi tartışılıyor epeydir; tartışmanın tarafı değilim. Hazreti Âdem ecdâdımdır lakin başkalarının kendilerine başka atalar yakıştırmasına karışmam. Din ile bilimin güreştirilmesi, Pozitivistlerin çocukluk hastalığıdır; birtakım dindarlar ise "inanç" nesnesi olan şeylerin bilim tarafından bile doğrulandığını savunmakta çocukça bir lezzet bulurlar. İman, ilmi metotlarla isbat edilmez ve edilemez; aksi olsaydı iman olmaktan çıkardı.
Ne var ki, genellikle televizyon ve gazete medyalarında sûretlerini sıkça gördüğümüz bazı insanları tanıdıkça, bazı Evrimci bulgularının hiç de yabana atılmaması gerektiğini düşünmeye başladım. Bütün mesele eğer insanla maymun arasında geçiş halkasını teşkil eden kayıp nesilden bazı nümûnelerin ele geçirilmesi ise taşı toprağı kazıyıp onca zahmete girmenin âlemi yok. Bunlardan haylicesi aramızda yaşıyor ve bu tesbit benim inancımı zedelemiyor.
Meselâ meselâ?
...........
Evrimciler, insanın basit bir organizmadan evrim yoluyla bugünkü haline gelirken lineer (doğrusal) bir gelişme gösterdiğini ileri sürüyorlar. Belki de bu iddia, küçük bir ayrıntının gözden kaçırılması haricinde büsbütün haksız değildir; şöyle ki: İnsanın basit bir organizmadan mükemmel bir hey'ete doğru geliştiği doğru değildir ama en azından bazıları için mükemmel ve karmaşık bir yapıdan basit organizmalara dönüş pekâlâ mümkün olabilir. Kur'an öyle söylüyor (Bakara; 65, Maide; 60, A'raf; 166). Bugün beşeriyet için, mekanizmasının mutlaka anlaşılması ve tahlili gereken evrim işte budur:
Bir insan, nasıl "eşref mahlûk" halinden "maymun"a veya maymun tabiatına alçalabilir? Sözü edilen alçalmanın mânevî ve fıtrî bir seviye kaybı şeklinde anlaşılması daha akla yatkın görünüyor fakat geçiş tipi nümûnelerini gördükçe, bu alçalmanın pekâlâ biyolojik düzlemde gerçekleşme ihtimâli de mümkündür!
Zehî hayâl-i muhâl; maymunun bilmem kaç milyon yıl sonra nasıl insanlaştığını isbat ederlerse fiiliyatta Evrimci arkadaşların eline ne geçecek? Eğer insanın evrim geçirdiği doğru ise, hali hazırdaki nümûnelerin özlenen mükemmeliyete ulaşması için daha kaç milyon yıl geçmesi gerektiğini hesaba sabırları yeter mi? İnsanlık açısından daha faydalı olan, mükemmel bir fıtrat altyapısı üzerinde yükselen insanın nasıl fecî düşüşler gösterdiğini analiz etmek değil midir?
Sevgili Evrimci arkadaşlar, âlimler, profesörler, Hint horozları, size yanlış teoriye kilitlenmiş ilmî mesainizde azim muvaffakiyetler diliyorum; arkaplanında "yaradılış"ın inkârını ilmi kullanarak isbat gayretkeşliğini gizleyen evrim çalışmaları esnasında boş vakit bulursanız ruhun topografyası, ruhun toponimisi gibi pekâlâ bilimsel alanlarda da bezl-i gayret ederseniz, belki kendinize bile hayrınız ilişebilir.
Ruhun da uçurumları vardır!