Merak edene sade vatandaş görüşü bunlar
Sade bir vatandaş olarak 1915 yılında Ermeni meselesinin ortaya çıkmış olmasından ve "trajik" biçimde neticelenmesinden asla memnun değilim. Trajediyi bir "jenosit" kazığı halinde yüreğimize çakmak isteyenler sade vatandaş görüşünü ve duygularını pek merak etmiyorlar: Anlatayım, belki bir kişiyi olsun ikna edebiliriz.
Ermeni meselesi, Anadolu'nun Türk ve Müslüman ahalisi için de bir "trajedi" sayılır; buradan hareketle "Ermeniler de şu kadar Müslüman-Türk kesti" iddiasını öne çıkararak bir nevi denklik iddiasında bulunuyor değilim. Bu "bizim" için de bir trajediydi çünkü çok iyi komşularımızdan olduk. Evvelen meslek sahibi, işinde uzman ve üretken nüfus ihtiyacı içinde olduğumuz demlerde Ermeniler ve Rumlar, ülkenin -sanayi olmasa bile- imâlat ve ticaret sektörüne mühim katkılarda bulunuyorlardı. Muhaceret ve Mübadele'den sonra Türkiye'nin, zenaate dayalı üretim konularında milletlerarası kapitalizmin ürünlerine karşı tamamen mukavemetsiz kalması genellikle gözden kaçırılan bir noktadır. Ermenilerin Anadolu'yu terki, henüz cenin halindeki sanayileşme gayretlerimizi ve sanayileşme yoluyla "çağdaşlaşma" çabalarımızı en azından yarım asır inkıtaa uğratmıştır. Rum nüfusun çekilmesi ise tarım ürünlerine dayalı sanayi sektörünü ve ticari kapasitemizi geriletti. Sâniyen, gayrimüslim nüfusun, Müslümanlarla neredeyse aynı dünya görüşünü, hayat tarzını, gelenekleri ve kültürü, şehir hayatını ışıklandıracak bir medenî seviyede paylaşmalarını fevkalade önemli buluyorum. Büyüklerimizin anlattığı komşuluk hâtıraları, Ermenilerle komşuluk hukukunun sadece "kız alıp verme" meselesinde kesintiye uğradığını gösteriyor. Hâlâ telafi edemediğimiz üçüncü kayıp unsuru ise, gayrimüslim nüfusun Anadolu'yu terki ile, Osmanlı kültürünün en mühim unsurlarından birini teşkil eden "öteki"nin gündelik hayattan silinip gitmesidir. "Öteki"nin gayrimüslim çehresi aramızdan çekilince, ötekileştirme gayretleri medenî birikimimizden çok şey eksiltti. Bu trajedi ile beraber Türkiye nüfusunun "krema"sı sayılabilecek bir nüfus ve medenî birikim kaybına uğradı.
Millî Mücadele'den sonra Türkiye'de nüfusun yoğunluk itibariyle "Müslümanize" bir karaktere büründüğü doğrudur; "İslamizasyon" tabirini bile bile tercih etmedim; çünkü rejim, nüfusun Müslüman niteliğinden gizli bir hoşnutluk duymakla beraber "İslamize' olma ihtimâlinden şiddetle ürkmüştü. Müslümanlık kimliği arka planda, belirsiz bir fon gibi kalmalı ama ön plana "Türk" kimliği etrafında yeni bir millet inşâsı konulmalıydı. Bu proje hâlâ mâlûldür ve muvaffak olmamıştır. Zaman zaman Balkan Harbi'nden önce Türkiye'de Osmanlı kimliğinin, bugün câri kılınmaya çalışılan ve dört bir köşeden acı itirazlara muhatap kalan "Türklük" aidiyetinden daha fazla samimi taraftar bulduğuna inanasım gelir. Sanki nüfusu oluşturan renkler daha zengin iken, milletleşme sürecimiz daha sağlıklı işliyor gibiydi. Tarih ihtimaller üzerine bina olunmaz ama şu kanaatimi belirtmemin tam yeridir: Muhaceret ve Mübadele hiç başa gelmeseydi bugün şimdikinden daha üretken, daha zengin, daha "şehirli" ve şüphesiz daha hoşgörülü bir toplum olacaktık. Bazı çevrelerde köpürtülen "Gayrimüslimler gitti iyi oldu" görüşüne hiç iltifat etmedim.
Ermeni hadiseleri hakkında Türkiye'nin diplomatik taarruza uğraması, bizde milliyetçiliğin marazî boyutunu yeniden sivilcelendirmekten başka işe yaramıyor. Netice itibariyle sade vatandaş veya yazar kimliğimle olup bitenleri "trajedi" diye nitelemekte zerrece tereddüt göstermem; bunca mânâsız dış baskı olmasaydı belki aynı samimiyeti politikacılar, hatta devletin derinliklerinde mevzilenmiş bürokratlar da paylaşacaklardı ama bırakınız hâl-i hâzırı, uzun vadeli bir gelecekte bile"jenosit" iddiasını kabule yeltenecek bir ferd-i vâhit olsun çıkmaz ve çıkmayacaktır.
Bizim bildiğimizi jenosit lobicileri de biliyor ve esasen bu kararlılıktan enerji soğuruyorlar. İhtilâfın, neticesi ne olursa olsun halli değil bu tarzda devam etmesi, lobici esnafı için bir nevi ekmek teknesi olmuş çünkü.