Memleketimden siyasetsizlik manzaraları

Bu kabilden bir unutkanlık sadece bana mahsus olmasa gerek: Aradan kaç gün geçti, on beş gün veya biraz daha fazla. Birisi çıkıp bana "DSP niçin ve nasıl ikiye bölündü?" diye sorsa cevabı toparlamakta güçlük çekerim.

Ardında bulduğu müthiş medya desteğiyle YTP bugünlerde bir hükmî şahsiyet haline gelebilme mücadelesi veriyor; hani bu partiye gayri resmi olarak "bir kısım medya partisi" denilse sezâdır. YTP yetkililerinin medya kulislerinde kotarıldığı gün gibi âşikâr ittifak arayışları içine girmesi ise son derece ilginç. DSP'nin karnı yarılarak içinden alelacele YTP'nin çıkarılması, uzun vadede bir "DSP'yi kurtarma operasyonu" mudur, bunu zaman gösterecek. Ne kadar sosyal, ne kadar liberal olunacağı henüz fiili lideri tarafından bile bilinmeyen bu partinin varoluş gerekçesi kerrât ile izaha muhtaç görünüyor bana.

Bugünlerde hemen her parti bir miktar sosyal, bir miktar da liberal; dolayısıyla sosyal liberal sentez bir varoluş sebebi olarak takdim edildiğinde tatminkâr görünmüyor. İsmail Cem İpekçi'nin, siyasetle alâkadar bir taze üniversite mezunu ağzıyla yaptığı konuşmalar, bir partiye kimlik ve şahsiyet kazandırabilir mi, bilmiyorum. YTP'ye bir kimlik edindirme gayretleri, galiba içinde Kemal Derviş'in de yer aldığı bir siyasi platform, bir "Kemal derviş minderi" hazırlamayı gaye ediniyordu. Ne var ki Sayın Derviş, son kıtalararası yolculuğundan hayli kafa karışıklığı ile dönmüşe benziyor. Türk solunu bir üst çatı altında toplayacak oluşumu hazırlayacak yiğidi analar ne zaman kundaklar, tahmin etmek zor. Türk solu yine kendini, daha doğrusu CHP'yi sabote ediyormuş gibi bir manzara görüyorum. Solun, başarısızlığı müseccel ama iyi konuştuğunu zanneden klik önderleri yine ekran ekran gezerek solun niçin bir araya gelemeyeceğini hikâye eden sebepler sıralayıp duruyorlar. Bu seçim sistemi, 4 Kasım sabahı Türk parlamentosunu "solsuz" bırakırsa şaşırmamalı.

Sağa gelmeden önce büyük kumpanya ile tâ Amerikalardan getirtilen Mehmet Ali Bayar'ın durumuna dikkat çekelim. Teşrifinin üzerinden üç ay bile geçmeden Bayar'ın YTP ile ittifak görüşmelerine hâhişkâr durması, DTP'nin de varlık sebebini tartışmalı hale getiriyor. Bir "merkez" lâfıdır gidiyor; Türk siyâsetinin merkezi, bu kadar çok partiyi ve şahsiyeti barındıracak kadar geniş midir? Türkiye, yetmişli yılların sertleştirilmiş sağ"sol polaritesini aşmalı fakat sağlıklı siyasi kimlik tespiti için bu kavramların hâlâ kullanışlı ve geçerli olduğunu zannediyorum. Merkez lâfı, kısa zamanda "ne sağcıyım ne solcu" diyenlerin anlamsız şekilde kalabalıklaştırdığı bir bekleme salonu haline gelebilir. IMF programlarına itaatten başka iktisâdi ve mali politika geliştiremeyenler, dış siyasette Amerikan menfaatlerine karşı çıkmayı "kafayı yemek" cinsinden bir çılgınlık kabul edenler ve esasen yüzde seksenle bile iktidara gelmiş olsalar, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütçesi üzerinden milli siyaset üretemeyeceklerini fark edenler soluğu "merkez"de alıyorlar.

Türk seçmeni sağa galiba alışkanlık eseriyle oy veriyor. Özal'ın ölümü ve Süleyman Demirel'in başbakanlığıyla beraber Türk sağı projeksiyon kabiliyetini kaybetti. Karizması, ancak kendi partisinin başkanlık divanında veya parti grubunda para eden bir ikinci sınıf liderler kuşağı, sağ partileri yönetmeye başlayalı beridir, sağ, kalkınma projeleriyle ve heyecanıyla değil vücut diliyle varlığını ispat ediyor: İslâmî sağ son beş seneden beri mağdur edilmişliğin geliriyle geçimi sağlayabilmekte; milliyetçi sağ ise, "Apo'yu biz asarız" ve "bunlar bize Apo'yu astırmadılar" mevziilerinden başka tutunacak dal bulamamakta. Sağın milliyetçi kanadı, sahihliğini yakın gelecekte sürdürebilmek için gayet kararlı ve etkili bir nefis muhasebesi yaparak fikriyat ve kadro ölçeğinde toparlanmaya mecbur gibi görünüyor. İttifaka en ziyade muhtaç görünen milliyetçi sağda, böyle bir arayışın telaffuz edilmemesi mânidar ve işin tabiatına uygundur.

Siyasetsizliğin partileri bile birbirine benzer vitrin mankenleri haline getirdiğini fark etmek ürküntü verici. Siyasetin en muktedir ismi Kemal Derviş bile, artık lise talebelerinin bile mantıken geliştirebilecekleri mâlum replikleri seslendirmenin ötesinde eli"kolu bağlı durumda.

Seçim yapalım, seçim iyidir, demokrasilerin emniyet supabıdır ama evvela ortalıkta seçebileceğimiz bir şeylerin olması gerekmez mi? Partiler birbirine benzemekte, yani "merkez"de kendilerine bir minderlik yer bulmakta kavga halinde; bütün programlar birbirine benziyor ve işin en kötü tarafı artık elimizde "yönetilebilir bir bütçe" bulunmuyor. Türkiye'nin bütçesi ağır borç rezervleri altında külçe gibi hareketsiz. Bu durumda, "borç"morç ödemiyoruz" diye efelenen Doğu Perinçek'in partisinden başka iyi"kötü siyaset üretebilen bir "siyasi" parti yok dersek mübalağa etmiş olur muyuz?


Kaynak (Arşiv)