Memleketimden kurban manzaraları

Her fotoğraf bir tercih; Kurban Bayramı'na bakıp salhane manzarası gören göz tercihini öyle kullanmış demektir. Birkaç büyük şehir dışında Kurban Bayramı, gazete manşetlerine yapıştırılan salhane rezaletlerine sahne olmadı.

Anadolu şehirleri hâlâ insânî ölçeklerini koruyabiliyorlar çünkü.

Adı büyüğe çıkmış birkaç gazete, güç ve paraya dayanan itibarlarını kendi manşetleriyle kemirip duruyorlar. Gücün, nihayetsiz paranın ve imajın da tükendiği bir yer vardır; oradalar. Hakikatin bunca incitilmesi ve örselenmesi karşılıksız kalmaz. Hak, en yüce değerdir ve mutlaka üstün gelir. Sadece bir vâde meselesi, vâdenin miktarı değişebilir; ama hak mutlaka galebe eder. Nitekim ediyor.

Yol kenarında kurban kesenlerin resmini çekip, "bizi bu hâlimizle AB'ye alırlar mı?" diye sızlananlar samimi değil; Avrupa Birliği mâcerasına son noktayı geçenlerde koyduğumuzu onlar bizden iyi biliyor; ama telaffuz edemiyorlar. İktisâdî kriz sadece hepimizi % 40 civarında yoksullaştırmakla kalmadı, Türkiye'nin politik eksenini Avrupa'dan Atlantik'in öteki kıyısına kaydırdı bile. Bu gerçekleri pekâlâ bildikleri halde açık—seçik yazamayanlar, bayram gazetelerinde başbakanın saadethanesinde ağırlanıp izzetlenmenin hikâyesini anlattılar bize. Gazetecilik gözbağcılık oldu. Tavşanlar şapkalarda yaşamaz; gözbağcılık yanıltmaya, hakikatin tabiatını farklı göstermeye yarar; fakat hakikati değiştiremez.

Evvelâ, "bu kadar adam hangi parayla bu kadar kurban kesti" diye celâllendiler; ardından "niçin hâlâ sokaklara dökülmüyorlar?" diye hayıflandılar. Cevap bulamayınca, "kurban böyle mi kesilir, şu iptidâiliğe bakınız" diye çarşaf çarşaf bağırdılar gazetelerinde. Derken ipin ucu kaçtı; kurban kesmenin çocuk psikolojisini nasıl sarstığına dair psikanalitik yorumlara daldılar. Market vitrinlerini süsleyen bonfilelerin, pirzolaların, piliçlerin vaktiyle canlı birer varlık iken nasıl öldürüldüğünü görmezden geldiler. Sırçadan mâmul "tower"ların camekânlarına kan sıçrayınca rahatsız oldular. İnsanın öldürerek yaşayan tabiatını hatırlamak onları fena halde "irrite" etti.

Bu sene İstanbullular ilk defa kurban kesmediler; önceki yıllarda da sokaktaydılar. Sokaktan, kaldırımdan, yol kenarından gayrı yer bulamayan insanların kurban kesmek yerine marketten kesilmiş tavuk almaları mı gerekiyordu? On milyon nüfuslu İstanbul, insan unsurunu çoktan tepelemiş bir şehir demektir. İstanbul'u bu hale getiren ne Dünya Bankası, ne IMF; hepimizin eseri bu manzara. Bayramın dördüncü gününde bile anlı—şanlı Kızılay Meydanı'mız gübre ve kan kokuyorsa, çok önceden bir şeyler ihmâl edilmiş demektir. Bu gibi acı nüktelerin anlamı, bir hayvanı hunharca öldürmek veya parçalamaktan ibaret olabilir mi; meselenin ibadet boyutu kaybolmuş, sadece ritüeli kalmış. Sırf merasim, dinin en büyük düşmanıdır. Kur'an'dan önceki semâvî gelenekler, dinin mânâsını merasime kurban ettikleri için İslâm'la tazelendirildiler. Kurbanda ibret vardır; meselenin sadece ritüel boyutuna abanırsanız geride sadece insanların kan revan içinde göründükleri kasaphane manzaraları kalır; bir de hayvan daha can çekişirken tutuşturulmaya başlanan mangal kömürünün dumanı.

Şimdiye kadar her Kurban Bayramı'nda zihnimiz bir deri paylaşımı kavgasıyla kirletilirdi; ilginçtir bu sene unutuldu. Sokaklardaki bayram sükûnetini ihlâl eden sadece kesilme sırasını bekleyen hayvanların dokunaklı böğürtüleri ile kamu kuruluşlarına ait megafonlu araçların hoparlörlerinden yükselen "derinizi ancak bize verebilirsiniz" mealindeki tehdit anonslarıydı!

Bayram arefesinde devekuşundan kurban olur mu tartışması körükleneceği yerde kurban kesmenin anlamı ve usûlü hakkında adam gibi konuşabilmiş, büyük şehirlerin beton tekilliğinde bu maksat için uygun yerler hazırlayabilmiş olsaydık, mirasyediler gibi itibarını kemirip duran medyamız hangi memleket meselesini diline dolayacaktı acaba? Türkiye'nin en azından yarım yüzyıllık geleceğini etkileyecek sürpriz mihver değişikliğini mi; yoksa üç buçuk günlük krizde üç buçuk milyar dolar söğüşleyen üç buçuk siyaset kalantorunun üç buçuk kuruşluk hikâyesini mi?

Konuyla alâkası yok; ama var: Başbakan cenapları "IMF çağın gerisinde kaldı" buyurmuş. Ben böyle bayram fıkrası ne duydum ne işittim. Kulaktan kulağa fısıldanan mâlum başbakan fıkralarından değil bu; ayniyle vakî. Gazetenin biri şecaat arz eder gibi alnına yapıştırmış. Hazret biraz daha gayret etse Dünya Bankası'nı da irticâ yuvası ilân edecek. Ha gayret efendim, çoğu gitti azı kaldı!

Her neyse, bayram bitti; haftaya Sam Amca'nın kenarından koklatmaya başlayacağı "cash money"in iyimserliği ile, Amerika'dan büyük fedakârlıklarla getirttiğimiz kurtarıcının hazırladığı yeni ekonomik paketin faziletlerini konuşmaya başlarız. İyi olur!


Kaynak (Arşiv)