Mel Gibson'un kışkırtması!

Hazreti İsa'nın hayatını ve sözlerini hikâye eden İncillerin (Yeni Ahit), Beni İsrail kavminin mukaddes kitapları ile aynı kapak altında ciltlenmesi gerektiğine hükmeden kilise babası, dünya tarihinin en kritik kararlarından birine imzası koymuştu.

Müslüman mantığına göre her iki kitabın aynı kapak altına konulması anlaşılır gibi değildir. Her ne kadar Hazreti İsa, kavmine yeni bir din telkin etmediğini söylese de İncillerde hikâye edilen rivayet, Hazreti İsa'nın ref'i ile neticelenen süreçte ilk Hristiyanlarla Musevi din adamlarının dramatik çatışmalarını doğruluyor. Bu bakımdan "Bible"ı tertipleyen kişilerin Eski Ahit'i de benimseyerek Hristiyan dünyasında meşrulaştırmasını anlamakta zorlanıyoruz; aynen, "Tutku" filmi yüzünden Musevilerle Hristiyanların birbiriyle muarazaya kalkışmalarını yorumlamakta güçlük çektiğimiz gibi. Belki de film yüzünden Musevilerle Hristiyanların didişeceğini ummak, ustalıklı bir pazarlama stratejisi olarak köpürtülmüş bir kampanyadır (bu konuda dünkü Zaman'da yayınladığı gayet derli toplu bir tanıtma yazısından ötürü Fatih Selvi kardeşimi tebrik ediyorum).

Filmi seyrettim. Mel Gibson'un yönetmenlik başarısını takdir edecek bir sinema kültürüne sahip değilim ama filmin görüntü ve sanat yönetmenlerinin birinci sınıf iş çıkardıkları tartışılmaz. İncil'de anlatılanları zihninde canlandırabilen herkes, tasavvurlarının usta bir sinema diliyle beyazperdeye aksettirildiğini görmekten hoşnutluk duyacaktır; en küçük figürasyon ayrıntılarının üzerinde bile itina ile durulması, diyaloglarda o zaman ve mekânda konuşulan iki arkaik dilin tercih edilmesi, kostüm seçiminde gösterilen hassasiyet ve en nihayet temel karakterlerin canlandırılmasında (casting) gösterilen titizlik bakımından film, onlarca benzerinden bir çırpıda ayrılarak kendi çığırını açan bir başarıya ulaşmış gibi görünüyor. Ne var ki, aksiyonun mükemmel akıtıldığı ilk yarıdan sonra yönetmenin, Hazreti İsa'nın çektiği acıları vurgulamak maksadıyla abartmaya gitmesi filmin gerilimini düşürüyor; keza Romalı askerler tarafından Hazreti İsa'nın dövülmesi ve işkenceye tâbi tutulması sahnelerinde de kışkırtma niyetinin güdüldüğü âşikâr. Bu noktada yönetmeni, Hazreti İsa'nın getirdiği haberin propagandasından ziyade şiddet sahnelerine abanarak filmin gişe hasılatını göz önünde tutmakla itham edebiliriz. Filmin hitamında insanın dimağında kalan tortu "intikam"dan ibaret kalıyor çünkü. Böylesine özene bezene çekilmiş bir filmin sonunda, Hz. İsa'nın Hristiyan inancına göre mezarından göğe kaldırılması hadisesinin canlandırılmasında, ancak siyah-beyaz yerli filmlerde rastlayabileceğimiz türden acemice bir final tasarlanmış olmasının beni şaşırttığını ilave etmeliyim.

Bir sanat eseri olarak filmin tartışılmasını anlayabilirim ama bu filmin Hristiyanlarla Museviler arasında gerilim yaratabileceğini tartışmak bana çok safdilâne görünüyor. Hani meşhur bir tarihi anekdot vardır ya: Yeniçerinin biri çarşıda gördüğü bir Yahudi'yi yakalayarak yere yatırır ve boğazına kılıcını dayayarak, "tevbe et, seni keseceğim" diye haykırır. Biçare Yahudi can havliyle, "Aman ağam ben sana n'ettim ki canıma kasdediyorsun?" diye feryad edince, "Bre mel'un, siz bizim İsa aleyhisselama eziyet edip dâra çekmişsiniz öyle mi" diye çıkışır. Yahudi yalvarır, "Aman ağam, o senin dediğin mesele çook evvel zamana ait; benim ne günahım var?". Yeniçeri kararlıdır ama, "Onu bunu bilmem arkadaş, ben az evvel duydum!"

İki kitabın aynı kapak altında ciltlendiği günden beri Eski Ahit literatürü, menkıbeleri, kahramanları, peygamberleri, tarihi kıssaları, hadiseleri ve temel karakterleriyle Hristiyanlığın ayrılmaz rükünlerinden biri haline gelmiştir. Filmi yeni seyredenlerin şu bizim Yeniçeri gibi infiale kapılmamaları tavsiye ederim.


Kaynak (Arşiv)