Maraba televole!

Reha Muhtar'ı bugüne kadar küçümsediğim için kendimi ayıplıyorum; Sayın Muhtar tarafından yönetilen "büyük haber merkezi"nin mutfağında kotarılan haberlerin, aslında Türkiye'nin ve Türk halkının gerçek gündemini teşkil eden şeyler olduğunu fark edemediğim için mahcubum; hayır, kinâye ile Sayın Muhtar'ı yermeye çalışmıyorum.

Benimkisi öğrenilmiş bir snob entelektüel tavrıydı. Büyük haber merkezinin haberlerini çoğunlukla kasten seyretmedim; nâdiren tercih ettiğimde ise tek gayem gülmek ve eğlenmekti.

Çok mahcubum; ne bu ükeyi tanıyabilmişim, ne de bu ülkenin insanlarını!

İşte açıklıkla görüyorum; hükümetle Cumhurbaşkanlığı arasındaki gerilim, bu ülkenin gerçek gündemini teşkil etmiyor. Gazetelere ve sair televizyonlara aldırış etmeyiniz siz; onlar elbirliği ile zihnimizdeki rasyonalite cihazının silindir yatağını yaktırmak, elektrik devrelerine kontakt yaptırmak, dişli kutusunu çarşamba çanağına çevirmek için ortaoyunu tertipleyip duruyorlar. Geçiniz efendim bir kalem. Sıradan bir memlekette, hatta Patagonya'da bile emrindeki kamu ajanlarından bir kısmını "bölücü, katil, hırsız" diye niteleyen bir hükümeti kimse ciddiye almaz; "buhran"ı, hava sıcaklığındaki aşırı artışa hamledip işi psikiyatrlara havale ederler. "Beraat-ı zimmet asıldır" kuralı Mecelle'dendir; fakat bütün hukuk sistemlerinin dayandığı ve saygı gösterdiği üç-beş temel unsurdan biridir: Kısaca "hakkında yargı kararı kesinleşmemiş her zanlı mâsumdur" mânâsına gelir. Hükümetin tam da yaz ortasında, yani Meclis tatilde iken ve ortada doğrusu hiç de memleketin dirlik-düzenliğini tehlikeye sokacak bir organize tehdit görülmüyorken, "Katillere maaş mı verelim?" bahânesinin ciddiye alınır tarafı görünmemektedir. Hükümet aslında "katil memurlara" maaş ödemekten değil, idari yargı usulünden, hatta hukukun bizzat kendisinden şikâyetçidir; ama o kadarını söylemek yürek istediği için gerçek niyetini eveleyip gevelemektedir. Başbakan yardımcısının "söz"üne dikkat buyurunuz: "Memurlarımız müsterih olsunlar, KHK ile hükümete tanınan yetkiyi çok insaflı ve titiz şekilde kullanacağız." A beyim, hukuk düzeni, kimse kimsenin insaf ve titizliğine muhtaç kalmasın diye tesis olunuyor; sizin iyiniyetinize güvenmek zorunda kalacağımızı bilseydik, onca masraf edip seçim yapacağımıza "iyi bir diktatör"e güvenirdik, daha ucuza çıkardı (Muammer Aksoy rahmet istedi; derdi ki, "Çocuklar iyi diktatör olabilir; ama dikkat edin, iyi diktatörlük olmaz!"). "Hele bir yetkiyi alalım, sadece kötü çocukların canını yakacağız" ifadesi bile bir ortaoyunu repliğidir ve ciddiye alınır yanı yoktur.

"Aynen imzalamak zorundasın" kabadayılığına ne buyurursunuz; sizi bilmem; ama bende sanki bir kayıkçı dövüşü seyretmenin o bildik tedirginliğini uyandırdı bu sözler. Bu ne hiddet bu celâl aziz Başbakanımız; ne zaman öfkelenseniz rejim tehlikeye giriveriyor. Hatırlar mısınız, "Haddini bildirin bu kadının." diye öfkeden tir tir titrediğinizde de böyle rejim travmalarına girmiş, ha battık ha batıyoruz diye ölüp ölüp dirilmiştik. Sizden aynı öfke dolu kararlılığı bankaların içini oyup, zararı Hazine'ye ödettiren enseli hırsızlara karşı da göstermenizi beklerdik diyemeyeceğimiz için bize darılmayacağınızı ümit ediyoruz; çünkü netice itibariyle katillere maaş diye ödenen parayla kendi bankasını soyan muteber tüccarlara tahsis edilen paranın nitelik itibariyle farklı olduğunu da sayenizde öğrenmiş bulunuyoruz.

O çatık kaşlı öfkeyle sarf edilmiş sözlerin ne anlamı var, ne de önemi; çünkü aynı konuda kanun bile çıkarılmış olsa Anayasa'nın ve hukukun evrensel prensiplerine aykırılıktan ötürü o kanunun da iptâli zaten mâlum; peki bu ısrar niçin? Henüz üç ay önce beş liderin imza ettiği siyasî senetle seçtiğiniz bir cumhurbaşkanını, hukuka aykırılığı bu kadar âşikâr bir gerekçe ile niçin zorlamaktasınız; yoksa her zaman olduğunu bizim zavallı aklımızın kavramayacağı ölçüde vahim bir "bir bildiğiniz" mi var?

Nedir o bildiğiniz şey yahu? Her zaman olduğu gibi bir "sancak sağ, iskele sol" pusulası mı?

Sizi bilmem; benim nâçiz havsalam saçmalığın bu kadarını kaldırmıyor; bugünden tezi yok yıllık iznimi kullanmaya başlıyorum. Tatilde hep gündemi "büyük haber merkezi"nin haberlerinden takip etmeyi de kararlaştırdım kendimce. Psikoloji uzmanı olsaydım, başbakanın son beş yılda verdiği beyanların psikolojik arka planını liste haline getirir, "Bu adam aslında kim?" sualine Freudian bir tahlil getirmekle uğraşırdım; ama neyse ki psikolog değilim. İşte itiraf ediyorum, şu anda İbrahim Tatlıses'in küçük oğlu İdo'nun, televizyon başında ana-baba kavgasını izlerken uğradığı psikolojik tâciz, beni devlet memurlarının nasıl bir hukuk dışı mandepsiye bastırılmak üzere olduğundan daha çok ilgilendiriyor; hele Reha Muhtar'ın İbrahim Tatlıses'i ekranda, "İşleri bu duruma biz mi getirdik?" diye azarlamasına bayıldım. Her standart Türk aile reisi gibi ben de bu davada Derya Hanım'ı destekliyorum; aslında Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer'i de desteklemek isterdim; ama görüyorum ki bu destek gösterisi iki gün sonra "Bakın sizi kimler kimler destekliyor; utanın!" vezninde suiistimal edileceği için bu işi zımnen yapmayı tercih ediyorum.

Bütün televole ekiplerinden helallik diliyorum; tatilde gazetelerin magazin eklerinden başka bölümlerini okumayacağıma, televole ve emsali programlardan hiçbirini kaçırmayacağıma söz veriyorum. Reha Muhtar'ı seviyorum; Aykut Işıklar'a saygı duyuyorum. Böyle bir hükümete sahip olduğumuz için de gurur içindeyim; Cumhurbaşkanı istifa etsin; Yekta Bey yerine geçsin.

Bakalım yirmi gün yetecek mi bana. Maraba televole!


Kaynak (Arşiv)