"Maldüv Atalari mi dedun?"
Maldiv Adaları'nın yerini atlasa bakmaksızın kim bilebilir; zahmet etmeyiniz: Maldiv Adaları, Hint Yarımadası'nın güneyinde, okyanusun ortasında küçük adalardan müteşekkil küçük bir cumhuriyet; ben de atlastan öğrendim.
Bundan on beş gün kadar önce kısa süreli bir tatil için yolumuz Karadeniz'e düştü. Trabzon'un Çaykara Kazası'na bağlı Uzungöl Beldesi'nde üç gün misafir kaldık. Uzungöl, zihni yorgunluğa şifa bulmak için bulunmaz bir belde; çünkü bu tabiat nimetini dünyaya bağlayan sadece iki adet telefon hattı bulunuyor. Çaykara ile Uzungöl arasındaki 14 kilometrelik yolda çalışma devam etmesine rağmen bu yol takriben bir saatlik meşakkatli bir otomobil yolculuğu ile ancak kat edilebiliyor. Uzungöl zihni yorgunluğa bire bir; çünkü bu şirin beldeye erişebilen talihliler için yarım kalmış işlerin takibi veya "acele etmek" gibi bir kavrama ihtiyaç kalmıyor.
Bu sütunun müdavimleri, 15 gün önce bu sütunun boş kaldığını fark etmişlerdir. Olanca gayrete rağmen Uzungöl'ün iki hatlık telefon kapasitesiyle faks çekmek kabil olmadı. Cumartesi yazısını vaktinde yetiştirmek için bu defa otomobille Çaykara'ya inmek gerekti. Aziz dostum Mustafa Çalık'la yola revan olup nice çileden sonra Çaykara Postanesi'ne eriştik; genel kullanıma açık iki kontörlü telefon hattından birini işgal edip bilgisayarla faks bağlantısı kurmak için cedelleşirken, diğer telefonla konuşmak için otuz yaş sularında genç bir çift yanımıza geldi. Görünüşlerinde hiçbir dikkat çekici unsur yoktu. Erkek otuz-otuz beş yaşlarında orta hallice giyimli, bıyıklı, hafiften göbek bağlamaya başlamış görüntüsüyle içimizden biriydi; eşi ise ondan daha genç, başı örtülü ve uzun pardösülü mütesettir bir hanımdı. İki telefon da aynı masa üzerinde bulunduğu için istemeden de kulak misafiri olmak zorunda kaldık. Bu esnada duyduklarımı, aslına sadık kalarak sizlerle paylaşmak istiyorum:
-Aloo, filancaa, sen misun?
-........
-Ellerinden operum. Haçan paksana bizim cemi nerededur çimdi?
-........
-Nasisun, ne var ne yok; anam eyi midur?
-Maldüv Ataları mı dedun; ula nerdedur orasi?
-........
-Hıı, anladum, peçi; ne zaman celiler oraya?
-........
-La paa pak; o kaptan elime geçersa valla cıracağum oni; çok oliyi amma..
-........
-Tamam, kapatiyürüm, hadi selamünaleyçüm..
Uzungöllü bir esnaf, "ağzıkalabalık" takımından olduğumuzu anlayınca, "Ne olur şu çektuğumuz rezilluğu kazataya yazinuz; telefonsuzluk canimiza tak etmuştur." diye tembihlemişti; ama eğer Uzungöl'ün telefonları sağlıklı işleseydi ben bu akla durgunluk verici mükalemeye şahit olmayacaktım. O anda Çalık'la göz göze geldik. Bakışlarımla "benim duyduğumu sen de duyuyor musun?" manasına gelen bir soru sordum; o da farkındaydı.
Dönüş yolunda hep o genç adamı konuştuk; yerli arabasına atlayıp Uzungöl'e birkaç günlüğüne ailesiyle dinlenmeye gelen, bu arada Hint Denizi'nde seyrüseferdeki ticari emtiasını merak eden, eşi tesettürlü o genç işadamından bahsettik. Yüreğimiz kabardı. Hint Okyanusu'nda bizim adını bile bilmediğimiz Karadenizli delikanlının malını taşıyan şilep, gözümüze Barbaros Hayreddin Paşa'nın Bahr-i Sefid'e saldığı sefineler gibi göründü. Arabadan inerken bu milletin geleceğine duyduğumuz inancın tazelendiğini hissettik.
Bu müthiş bir şeydi.
İstanbul'la Anadolu'nun birbirine muhasım coğrafyalar gibi gösterilmesinden tedirginlik duyuyorum; ama Anadolu'da bir şeylerin olmaya başladığı artık fark edilir bir hakikat haline geldi. Çaykara Postanesi'nde şahit olduğum hadise istisna olamaz; çünkü buna benzer çok sayıda gözlemle karşılaşmaktayız. Mesleksizlikten beli bükülmüş, bir yıllık geçimini toprağın verimine bağlamış, senenin on bir ayında kahve köşesinde parti dedikodusu ile zihnini uyuşturmaya alışmış o sıradan insanlara bir şeyler oluyor. Haritada yerini bilmediğimiz memleketlerde iş kuran, okul açan, okyanuslarda ihraç emtiası yüzdüren genç müteşebbislerimiz, atılımcı işadamlarımız, üretim neş'esinin güzelliğini tatmış genç bir neslimiz var artık. Belki sayıca henüz özlediğimiz yekunu dolduramıyorlar; ama belli ki bu yakınlarda kalabalıklaşacaklar.
Geliyorlar; ayak sesleri belli belirsiz; ama geliyorlar; geldiklerini biraz da ürküttükleri kurbağaların telaşından seziyor ve seviniyorum.
Yüzlerce yıllık gecikmeyle de olsa hoş geliyorlar, safa getiriyorlar!
Not: Perşembe günü yayınlanan "Din lisanı" konulu yazının son cümlesi "çünkü dilimizde rekabet var" şeklinde dizilmiş. Agah olanlar çoktan fark etmişler; doğrusu "kekemelik" manasına gelen "rekaket" idi.