Mağlubiyeti kazanmak veya boşa çıkmış bir tez

Sezonun başlarında bu sütunda yayınladığım, "Geretsler artsın, eksilmesin" başlıklı yazıda düzeltmeler yapmak gereğini hissediyorum. O yazı, Gerets'in, "aktörlerin oyun içinde geliştirilebileceği" tezini güçlendirdiği anafikrini esas alıyordu. Gerets, her çalıştırıcı gibi eksiklikleri transferle kapamak yerine mevcutların niteliğini yükselterek yeni bir çığır açacak gibi görünüyordu o günlerde.

Aktörlerin oyun içinde geliştirebileceği tezi, şu bizim bildiğimiz meslek içi eğitimden farklı. Meslek içi eğitim, kişilerin yeni teknolojiler, kavramlar ve modeller konusunda teçhiz edilmesi maksadıyla sınırlı kalıyor. Halbuki, bir ara Gerets'in başaracağını sandığımız şey, esasen profesyonel sıfatla hizmet görenlerin özel niteliklerini ve tekniklerini yükseltmeyi amaçlamaktadır ve bu tezin en anlaşılabilir misali futbol dünyasındadır.

Fatih Terim, İtalya dönüşünden sonra, değil profesyonel vasıflarını geliştirmek, aksine bildiklerini hatırlamakta güçlük çeken bir portre çizmesiyle ilk örnek olmayı hak ediyor; Milli Takım'ın elenmesindeki hissesini kastetmiyorum ama Galatasaray'da geçirdiği 1,5 sezonluk kötü tecrübe bana göre yeterince anlamlıydı. Futbol mantığında skor başarısı bütün zaafiyetleri örtmeye kafi geliyor; başarısızlık da aynı mantıkla kavrandığı için bu dünyanın içinde ve kıyısında yaşayanlar bir derece daha yukarıya terfi ederek işin filozofisine dokunamıyorlar. Bu yüzden futbol dünyasında bir maçı nasıl kazanmak gerektiği üzerine kafa yorulurken, bir mağlubiyetin nasıl "kazanılabileceği" üzerinde durulmuyor. "Bu maçı unutup artık önümüzdeki maçlara yoğunlaşacağız" lâfı, işte o yüzden tekrarında aptalca lezzetler aranan bir sevimsiz klişe haline geldi.

Gerets'e ve Galatasaray'a dönelim yine: Hasan, Gerets için kaybedilmiş bir tezdir ve ona 45 dakika tahammül edebilmesi, mantıksız bir sabır gösterisinden ibaretti. Aynı kanatta oyuna alınan Sabri'den verim alabileceğini umması ise, sadece Gerets'e ait bir yönetim başarısızlığıdır. O yaştaki bir oyuncu, futbolunun üzerine bir şeyler koyabilmeli; eski seviyesinden bile kaybediyorsa -ki öyle- kabahat teknik patrona aittir. İkinci yarının tamamında topu gerilerden Hakan'a doğru şişirerek, eskilerin tabiriyle "dan-dun" yapılmasına müsamaha göstermesi ve oyun disiplinini sağlayamaması da, Gerets'in Galatasaraylılar için "beklenen adam" olmadığını işaret ediyordu.

Teknik adam dirayetsizliği yüzünden her maçta yarım porsiyon verim alınabilen BJK'lı İbrahim Üzülmez de "oyun içinde geliştirilmesi gereken aktör" örneğine tipik bir misaldir. Kendisi hissedemeyebilir ama bu gidişle futbol hayatını sıradan bir oyuncu olarak tamamlayacak gibi görünüyor. Misalleri çoğaltmak basit; etrafından gördüğü taltif ve teşvik derecesine mağrur olarak yaptığı işin ne idüğünü hiç düşünmeden çabuk geçen gençlik ve ikbâl günlerini tüketen futbolcu, teknik adam sayısını artırabiliriz. Onunla da kalmıyor, "ben artık yükselebileceğim verimin ve başarı çizgisinin hatt-ı bâlhasına eriştim" diyerek kendisinden hoşnud ve râzı olanlara her sektörde rastlamak mümkün: Siyasette, bürokraside, akademik hayatta, sanat dünyasında, basında...

Sermet Sami Uysal'ın "Eşlerine Göre Ediplerimiz" isimli eserinde ilginç bir anekdot gözüme ilişti. İsmini hatırlayamadığım edebiyatçılarımızdan birisi diyor ki: "Türk tiyatrosunda dram oynayabilecek kemâlde aktör henüz yetişmemiştir; bu yüzden ben Türkiye'de Hamlet seyretmem ama kaba güldürü hariç; çünkü bizde geleneği var". Yazar ise bu sözün devamına, "bu sözü Muhsin Ertuğrul duysa ne derdi?" diye bir taaccüp notu düşmüş. Demek ki bizde özeleştiri ve ciddi dışardan tenkid eksikliği, eski meseledir ve sadece altı aydan beri aramızda yaşayan ecnebileri bile sıradanlaştıracak kadar baskın bir özelliktir.


Kaynak (Arşiv)