Lüks değil havayic-i asliyye

Irak'ta baş gösteren mezhep çatışmaları, cins itibariyle Batı dünyasının mâşeri şuurunda artık silikleşmiş bir tarih hâtırasıdır. Kuzey İrlanda'da izleri hâlâ canlı ise de kara Avrupası'nda, meselâ Katolik-Protestan ihtilâfının sokak vuruşmaları, kalleş suikastleri şeklinde tezahürü neredeyse anakronik bir ihtimâl olarak ortadan kalkmış görünüyor; buna mukabil İslâm dünyasında mezhebî gerginlik, özellikle Afganistan ve Pakistan'a ilâveten Irak'tan gelen fecî haberlerle varlığını, unutmaya çalışsak bile zorla hatırlatıyor.

Bu coğrafyada mezhep çatışması çıkarmak -şekilde de görüldüğü üzere- son derece basit fakat âhengi ve kolektif dayanışmayı temin çok zordur. Tam da bu safhada Şii-Sünnî çatışmasının kendiliğinden çıktığını kabul etmek için hayli safdil olmak gerekiyor. İşgalci güçlerin Irak'taki operasyonu tamamlamak için yedekte tuttuğu son fitne ihtimâllerinden birisi mezhep çatışması idi; diğer ihtimâl Kürtlerle Arapları birbirine düşürmek olabilir. İşgal altındaki Irak, akla gelebilecek her fitne operasyonuna müsait bir tarzda istikrarsızlaştırıldı. Bundan böyle yakın ve orta vadede Irak'ın Saddam devrini hatırlatır bir "huzur ve birlik!" sûreti göstermesi bana artık imkânsız gibi görünüyor; Irak'a bakarken daha şimdiden parçalanmış bir ülkeyi seyrettiğimizi bilmeliyiz.

İşin esef duyulacak tarafı Şia ve Sünnilik arasındaki mezhebî farklılığın, bölgede hâlâ en ufak bir kıvılcımla tutuşacak derecede canlılığını korumasıdır. İki sebepten ötürü Türkiye'de yaşayan Müslümanların anlamakta çok zorlanacakları türden bir gerilim yaşanıyor Irak'ta; ilki "Şiâ" hakkındaki kanaat ve mâlumatımızın sathîliğidir; kitâbî bilgimiz dahi işe yarayacak derecede kavi olmamakla birlikte Şiâ'nın pratiği, kültürel ve siyâsî tezahürleri hakkındaki donanımımız dahi acınacak durumdadır (İran'daki 79 ihtilâlinden sonra Türkiye'de akıllı geçinen pek çok devlet adamı, gazeteci ve akademisyenin "ya ihtilâl Türkiye'ye de sıçrarsa" diye uyku-tünekten olduklarını tebessümle hatırlarım hep). Kaldı ki Türklerin Sünnîlik kavrayışı ile Irak, Lübnan, Pakistan, Afganistan ve Kuzey Afrika'daki Sünnîlik neredeyse tamamen farklı şeylermiş gibi görünen kültürel ve politik değişkenlere sahip. Türkiye'de Şia ile Anadolu Aleviliği arasında ciddiye alınır derecede tefrik analizi yapabilen dahi azdır ve nihâyet 70'li yılların sonlarında Çorum, Sivas ve Kahramanmaraş'ta meydana gelen mezhep çatışmalarının, sözünü ettiğimiz Şii-Sünnî ihtilâfı ile (müşterek "cehâlet" motifinden başka) hemen hemen hiç benzer tarafı yoktur.

Günü kurtarmak adına hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan ama paslı mıh gibi zihinde tutarak cevabını didiklememiz gereken sual şudur bence; İslâm dünyasında mezhebî ihtilâfları tolere edecek medenîlik seviyesini ne zaman gösterebileceğiz? Bu bir medenîlik meselesidir, çünkü neredeyse iki farklı akîde gibi duran inanca sahip toplulukların yan yana, iç içe ve birbirine güven duyarak yaşamaları gereken bir sulh ve selâmet ortamından bahsediyoruz. Şu hengâmede sual kadar cevabı da hayli lüks görünüyor; halbuki lüks değil, eskilerin tâbiri ile "havâyic-i asliyye", yani asli ihtiyaç zümresinden sayılmak lâzım gelen bir medeniyet irtifâsıdır bu.

Karikatür tahrikçilerinin yaptığı da bu işte; en zayıf, en dayanıksız ve en düşkün yanımıza kalleşçe, faullü darbeler indiriyorlar ve hayli etraflı -haydi "küresel" diyelim de fiyakalı olsun!- bir imaj kampanyası yürütüyorlar. Günün birinde (belki yarından da yakın), Müslümanların kendini idareye ehil bir topluluk olmadıkları, behemehal siyasî vesâyet altında tutulmaları, Okyanusya ve Amerika'nın kadim yerlileri gibi silik bir figür haline getirilmeleri fikrini işleyen tartışmalar duyarsak şaşırmayacağız.

Protest tavır lâzım fakat yetmez; üzerine yapıcılığı, inşâ ediciliği de koymak lâzım.


Kaynak (Arşiv)