Lüks

Eskiler "gaybûbet hâli" derlerdi böyle durumlara; yokluk hali, nâmevcutluk durumu... Geçen hafta -klasik İkitelli ağzıyla; ki eskinin Bâbıâlî'si demek olur- sizlerle bu sütunlarda bir araya gelemedik; işte bu esnâda pek nâzik bir okuyucudan, "kadife eldiven içinde demir yumruk" bir eleştiri mektubu aldım; eleştiri, daha doğrusu sitem.

"Tren" başlıklı yazıda geçen minik bir bölüme dikkat çekiyor okuyucu; o bölüm aynen şöyle: "Evdekiler, 'trendir, belli olmaz, yola tedarikli çıkın' diye meseleyi hayli abartmış olduklarından yanımızda bir manga askeri hin-i hâcette doyuracak miktarda kurabiye, börek, meyve, gazoz, kuruyemiş, hatta şişe suyu cinsinden hayli nevâle vardı; abartıyı burada bırakmadık, yol boyunca vakit geçirip eğlenmek için dizüstü bilgisayar, kulaklıklı müzikçalar, fotoğraf makinesi ve el kamerası da almıştık."

Okuyucu ezcümle diyor ki, "bulan var bulamayan var; şu keyif listesi insanlarda tüketim özlemini kamçılamaz mı?"

Haksız mı? Hem haklı, hem haksız; bu konuda bir televizyon tartışması düzenlense taraflar sabahlara kadar kemâl-i zevk ve iştihâ ile konuşur, yine de belirli bir noktada uzlaşmakta sıkıntı çekerler (Aslında televizyon dövüşlerinde bir noktada karar kılarak uzlaşmanın değil, kavgalı ayrılmanın esas olduğunu biliyoruz).

Keyif listesini alıcı nazarla gözden geçirdiğimde lüks tüketim sayılabilecek şeylerin varlığını kabul ediyorum: Dizüstü bilgisayar, kulaklıklı müzikçalar, fotoğraf makinesi ve el kamerası gibi şeyler doğrusu hiç de "harcıâlem" şeyler sayılmazlar; fakat başka bir açıdan bakıldığında bu listeyi pekâlâ sıradan şeyler olarak görmek de mümkün. Meselâ bundan on yıl önce dizüstü bilgisayar (laptop), tek başına prestij artırıcı ve sınıf yükseltici bir tesir uyandırıyordu ve "kamusal alanlar"da taşınıp kullanıldığında, etraftakilerin haset ve hayranlık uyandırıcı nazarlarını celbetmekteydi. Hâlâ öyle midir, tartışılabilir. Gazetelerde, eski fiyatlarla kıyaslanmayacak kadar ucuzlamış laptop kampanyalarını gördükçe, vaktiyle her ay gıdım gıdım biriktirip neredeyse kürekle dizüstü bilgisayara yatırdığım dövizlere acıyasım geliyor. İşin hakikati, bu sıralarda bir laptop inkılabı yaşamaktayız ve bilgisayarsız yaşayamayan yeni kuşak gençlerin, lise öğrencilerinin bile dizüstü bilgisayara erişebildiğini görmekteyiz.

Bundan bir yıl kadar önce Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı kampanyaları hatırlayın meselâ...

Kulaklıklı müzikçaların sözünü etmeye değer mi bilmiyorum. Benim hiç olmadı, heves de etmedim; orta hallilerinin fiyatı 50 YTL civarından başlıyor ve yukarılara doğru gidiyor. Kulaklık da öyle; "Ne alırsan 1 lira" mağazalarında kulaklığın fiyatı 2 liradan başlıyor ve öğrendiğime göre 1000 liralara kadar gidiyormuş. "Bin liralık kulaklık da neyin nesi; çalınan eseri yeniden mi besteliyor?" diye sorduğumda dediler ki, "arada müthiş kalite farkı var; dinleyince anlayabiliyorsunuz". Ben hiç pahalı kulaklık görmedim, kullanmadım. Bizim neslin müzik kavrayışı ve zevki, ses kalitesi üzerine değil, nağme kalitesi üzerine bina edilmiş olduğundan ve yıllarca dünyanın en kötü hoparlörlerinden en cızırtılı orta ve uzun dalga radyo yayınları dinlemeye alışkın olduğumuzdan tabii sese yakın derecede yayın veren kulaklık ve hoparlörlere gençlerin harcadığı parayı anlamakta güçlük çekerim hep.

Bizim kulaklık orta halli, üç-beş lira civarında bir şeydi.

Fotoğraf makinesine gelince; ilk alındığı fiyatı 250 dolar civarındaydı; şimdi iyice demodeleşti ama iş görüyor. El kamerası ise bana ait değildi, bu seyahat için bir yerden ödünç tedarik etmiştik; geçenlerde bir duvar panosunda reklamını gördüm, 300 lira civarına kadar fiyat kırmış modelleri vardı.

Anlayacağınız şu imrenilecek lüks hırdavat setini kurmak ve ona sahip olmak elbette belirli bir seviyenin üstünde gelir sahibi olmayı gerektiyor ama daha önemli bir şeyi ihmâl etmemeliyiz; bunlar bizim için bir yerde, eskilerin tâbiriyle "havayic-i asliye"den, yani asli ihtiyaçlar zümresinden sayılmakta. Bir yerde ekmek teknesi gibi bir şey. Bir nevi demirbaş.

Geliyoruz yiyecek içecek faslına; nedir onlar: "Bir manga askeri hin-i hâcette doyuracak miktarda kurabiye, börek, meyve, gazoz, kuruyemiş, hatta şişe suyu cinsinden hayli nevâle."

Bir manga askeri doyuracak miktarda olmasının sebebi şu: Trene yetişme telaşı içindeyken oğlumla yolluk olarak hemen hemen aynı şeyleri tedarik etmişiz çarşıdan; trende paketleri açınca bizi bir gülmedir aldı; böylece biraz mübalağa olsa da hayli adama yetecek yol azığı satın aldığımızı öğrendik.

Yataklı tren bileti ise iki kişi için 75 lira civarındaydı. Aynı mesafe otobüsle iki kişi için 60 lira.

Hepsi bu...

*

Sitemkâr okuyucumun neyi kasdettiğini iyi anlıyor ve şahsım adına anlayışla karşılıyorum fakat yine de bahsi geçen "Tren" yazısının, tüketimi özendirmek yerine, sıkıcı bir yolculuğun nasıl çekilir hâle getirilebileceği yolunda bazı küçük ipuçları cinsinden değerlendirilmiş olmasını tercih ederdim. Bütün tartışılır ve sübjektif yanlarına rağmen lüks tüketimle sıradan ihtiyaçları ayıran perde hiç de belirsiz sayılmaz ve ben lüks nevâleden pek hazetmem. Haftada bir evimin yanındaki "1 lira" mağazasının raflarını kolaçan ediyor olmam sebepsiz değildir; buna mukabil "çeri çöpü eve dolduruyorsun" diye azarlanmam da şaşırtıcı sayılmaz. "Ucuza para verecek kadar zengin değilim" vecizesinin isabetini ise çok sonraları öğrenmiş bir adamım ben. Lakin öyle söylenmiştir: "Bütün mânâ bir bakış açısından ibarettir" denilmiştir; yerine göre, yarısı taş gibi çıkıp diş kıran bir avuç beyaz leblebinin bile lüks maddesine girdiği olur.

Doğru olan ise şöyle olmalıdır; eşyaya mânâ ve değer katan, onun fiyatı ve kalitesi değil, bizim onu tasarruf biçimimizdir.


Kaynak (Arşiv)