Lügatin yoksa sen de yoksun!
Bütün hayranlığımıza rağmen Batı’yı yarım-yamalak tanıyamamış olmanın bedelini hâlâ ödüyoruz.
Yıllar, hattâ asırlar sonra aynı noktaya yeniden döndüğümüzü fark etmek can sıkıcı. Batılı ordular karşısında uğradığımız hezimetlerin akabinde gelen Batı tutkunluğu, pratikte şu yanlışa kapılmamıza sebep oldu; değerler sistemimizi yani, lügatimizi de değiştirdik.
Cemil Meriç, “Kâmus, namustur” derken bu nükteyi kastediyordu. Bir lisanın sözlüğü, aynı zamanda o lisanın inşâ ettiği dünyaya dair bütün tarifleri, değerleri ve karşılıkları ihtivâ eder. O sözlüğe sırt çevirdiğinizde bir dünyaya arkanızı dönmüş olursunuz; tıpkı bizim yaptığımız gibi.
Demokrasi kelimesinin lügatimizdeki kısa tarihine bakalım: Tâ eski Yunan’dan başlayarak modern Britanya krallığına, oradan haşmetlû Amerikan başkanlık sistemine ve hatta kıyâmete kadar saygı duymamız gerektiği telkin olunan demokrasi, bizim gibi ülkeler için gece yarısı tavşanın gözüne tutulmuş otomobil farı gibi kaçınılmaz ve etkileyici idi. Biricikti ve arz üzerinde insanlığın ulaşabildiği en yüksek politik faziletin adıydı.
Kendi lügatimizi işe yaramaz sayıp attığımız ve içini uydurulmuş ve devşirilmiş karşılıklarla doldurduğumuz için demokrasiye en yüksek ve onurlu anlamları verdik; uğrunda kaç nesildir dövüşüyoruz. Bu öyle bir bükülmez kanaat ki ayrılıkçı Kürt milliyetçilerinden azılı Marksistlere, eski Millî Görüşçülerden yeni liberallere kadar herkes, aslında ne olduğunu “demokrasi” kavramını kullanarak ifade etmek ihtiyacı içinde. Hatta ona düşman olanlar bile bir şekilde demokratlık isbatı ihtiyacı içinde.
Demokratlık; nâmuskârlık, iyi aile babalığı, iffetli ev hanımlığı, dürüstlük gibi bir mevhîbe oldu çıktı.
Mısır’da, Ortadoğu’da demokrasiye kimin nasıl mânâ verdiğine dikkat ediyor musunuz? Demokratik prensipler askerî darbeyle dümdüz edilip üstüne üstlük sivil ve masum göstericilere katliam uygulandığı halde Batılı ülkeler anlaşılmaz bir ketumluk gösteriyor ve bizi şaşırtıyorlar.
Şaşırıyoruz çünkü, Batılıları da bizim gibi saf ve platonik bir demokrasi müridi, bir çağdaş değerler havarisi sayıyoruz. Oysaki Batılılar kendi lügatlerini kullanıyorlar ve onların lügatinde demokrasiye verilen karşılık bizimkinden çok farklı.
Demokrasi onlar için Batılı hayat tarzını ve dünya görüşünü egemen kılmak için bir metâdan ibaret; bir nevi ihracat ürünü. Mü’mince kutsanması gereken bir üst değer, bir ahlâk kuralı veya olmazsa olmaz cinsinden bir prensip değil; onlar bu gibi kavramlara bizim baktığımız gibi bakmıyorlar.
Onların bakış açısının temelindeki kıstas şu: Politika, gücü elde etme ve onu kullanma hüneridir, doğrudan güçle ve çıkarla ilgilidir. Çıkarlara uygun her adım faydalıdır. Dolayısıyla diyelim ki Mısır’da serbest seçimle işbaşına gelmiş meşru bir hükümetin devrilmesine “demokrasinin kesintiye uğraması” gibi bakmazlar, o iktidarın gitmesiyle oluşacak kâr-zarar tablosundaki çıkarlarıyla ilgilenirler ilk planda. Demokrasi ise yeri geldiğinde bu gibi ülkelerin gözünün ta içine sıkılması gereken bir avcı feneridir, yeri geldiğinde kullanılır.
Bizim gazetelerdeki Mısır’daki katliama sessiz kalan Batılıları niteleyen, “Çifte standart, Batı’nın ayıbı” vesaire türünden tepkiler insana hüzün ve sıkıntı veriyor. Batı adına birilerinin çıkıp “Mesele demokrasi değil arkadaş, sen hâlâ anlayamadın mı!” demesi gerekiyor galiba. Çünkü başka türlü bu efsunun tesirinden kurtulmamız mümkün olmayacak.
Demokrasi, Batılıların kâmu-sundan bir kavram; bizim de vaktiyle kâmusumuz vardı. Orada demokrasiyi bulamazsınız, onun yerine daha okkalı ve daha şümullü bir değer görürsünüz: “Adalet” meselâ. İnsanların en zaruri ihtiyacı âdil idaredir; demokratik yönetim değil.
Bunlar birbiriyle çatışan şeyler değil elbette fakat öncelik ve hangi değerden hareket ettiğiniz çok önemli. Âdil yönetim “Allah’ın rızasını kazanmak” noktasından alır meşruluğunu, demokrasi ise “Halkın mutluluğu”ndan...
Kâmusu, lügati, sözlüğü, hâsılı kendi yol haritası bulunmayan toplumların çilesi çok ne yazık ki. Çünkü onlar, başka bir kültür dairesinin değerleriyle yol bulmaya çabalıyorlar.
Cemil Meriç böylelerine, “Efendisinin ilacını çalıp içen ahmak uşak” benzetmesi yapmıştı.