Lozan'ı hatırlamak, bugünü yorumlamak

Tatilde Sevtap Demirci’nin “Belgelerle Lozan, Taktik- Stratejik- Diplomatik Mücadele 1922-1923” adlı doktora tezini (Alfa Tarih Yay.) okudum; eser, ağırlıklı olarak İngiliz belgelerinden faydalanmak suretiyle kaleme alındığı için dikkatimi çekti.

Türk kamuoyunun Lozan hakkındaki kanaatleri daha ziyade yerli belge ve ifadelere dayanır; bu araştırmanın meseleye İngiliz nokta-i nazarını kazandırmak gibi önemli bir üstünlüğü var, ilgilenenler için dikkat çekici bir kaynak.

Lozan’a İngilizlerin bakış açısı, az-çok genel kanaatimizle örtüşüyor; İngilizler Irak ve Suriye üzerindeki Türk kontrolünü tamamen sona erdirmeyi öncelikli hedef edinmişler. Musul üzerindeki Türk talepleri söz konusu olduğunda İngiliz tarafının bütün barış görüşmelerini sona erdirmek konusunda kararlı olduğu kitapta sıkça vurgulanıyor; nitekim Musul meselesi Lozan’da askıya alınarak anlaşma imzalanabilmiş, birkaç yıl sonra Milletler Cemiyeti nezdindeki görüşmelere ertelenmiş, nihayetinde Musul’daki Türk hakları birkaç önemsiz avantaj dışında tamamen İngiliz taleplerinin kabulüyle sonuçlanmıştı. Buna mukabil anlaşma, (orijinal ifadesiyle) “Asya kıyısından üç milden az bir uzaklıkta bulunan adaları Türk egemenliğine” terk ederek, Ege’de Türkiye’yi sahil şeridine mahkûm bırakıyor, 12 adalardan İtalya yararına vazgeçiyordu (12 ve 15. Madde). Anlaşmanın 16. Maddesi ise, Türk tarafının “barış” arzusunun âciliyetini göstermesi bakımından garip bir hüküm taşıyor; buna göre Türkiye bu anlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar üzerindeki ya da bu topraklara ilişkin olarak, her türlü haklarıyla sıfatlarından ve egemenliği işbu anlaşmayla tanınmış adalardan başka, bütün öteki adalar üzerindeki haklarından ve sıfatlardan vazgeçmiş olduğunu” kabul ediyordu.

20\. Madde ile Türkiye Kıbrıs’ın İngiltere’ye katıldığını tanıyor, 23. Madde ile Boğazlar üzerinde “geçiş serbestisi” tavizini kabul ediyordu.

Lozan anlaşması İngiltere’yi tatmin etmişti; araştırmanın sonucuna göre Türkiye’nin de “esas hedef”ine ulaştığı belirtiliyor. Herkesi mutlu ve memnun eden bir anlaşma. Yazar bu durumu şöyle vurguluyor: “Konferans içeriye olduğu kadar dışarıya, Batı’ya karşı da Türk siyasetinde temel kaymanın ilk adımıydı ve Türkiye’nin dünyadaki yeni rolünü tanımladı. Anlaşma Misak-ı Milli koşulları doğrultusunda eski Osmanlı topraklarındaki Türk nüfuzuna son vermek suretiyle bu toprakların kaderini belirlemişti” (s.198)

Manzara açıktır, yeni Türkiye Lozan’da imparatorluk siyasetini ve bunun gerektirdiği bakış açısını reddetmiş ve bundan hoşnutluk duyduğunu da gizlememişti. Yeni Türkiye, yerli film tâbiriyle “kırmızı kiremitli, yeşil pancurlu, küçük ama mutlu” bir ülke olmak emelindeydi.

...

Bugünün Türkiye’si, Lozan’daki Türk delegasyonunun tam tersine eski Osmanlı sınırlarında Türkiye’nin etkisini öne çıkaran bir siyaset geliştiriyor. Lozan’a hâlâ saygılıdır; emperyal ve fetihçi niyetler taşımıyor fakat Ortadoğu, Balkanlar ve Doğu Akdeniz’de kendi kabuğuna gömülüp sinmiş, “Gölge etmeyin başka ihsan istemem” tavrından sıyrılarak aktif ilgi ve ilişki politikasına dönmüş durumdadır ki olması gereken de budur. Türkiye, siyasi sınırlarını genişletme ihtiyacı duymaksızın büyümenin yollarını arıyor ve buluyor.

Lozan’da dönemin İngiltere’sini diken üstünde tutan en birinci mesele, bölgede canlı ve etkili Türkiye’nin varlığını sindirmekti. Türkiye uzun yıllar, (Kıbrıs hariç) uluslararası statükoya uygun tarzda pasif ve rıza gösterici bir siyaset yürüttü ve artık bu siyaseti terk ettiğini görüyoruz. Doğu Akdeniz’de Türk gemilerinin daha fazla sancak göstermesi (Üstelik İsrail’e karşı!), klasik diplomasi anlayışımızın temsilcilerini uykularından edecek kadar sivri ve köşeli bir varlık gösterisidir. Bu tutuma karşı dış çevrelerin rahatsızlık göstermesi tabiidir, tabii olmayan içeriden yükselen hoşnutsuzluk sesleridir; onlar sadece hükümetin siyasetinde başarılı olmasından değil, zihnî konfor ve alışkanlıklarının riske girmesinden de tedirgin görünüyorlar. Muhtemel ilk başarısızlıkla hükümete “Neyine gerekti senin bölge aktörü gibi davranmak?” diye takaza edeceklerine şüphe yok.

Türkiye’nin bölge gücü olarak, nüfuz mıntıkasıyla ilgilenmesinden, varlık ve sancak göstermesinden, aktif rol ve gerekirse görev üstlenmesinden dolayı hoşnutluk duyuyorum. Tek tedirginliğim, Lozan’daki İngiliz tutumunun, icabında yeniden Türk aleyhtarı bir güçler ligi toparlayacak derece hortlayarak azgınlık göstermesidir.

Türk dış politikası, meselelere son derece vâkıf ellerdedir; siyasi basiret ve sağlam öngörünün de bu vukûfa refakat etmesini gönülden diliyorum.


Kaynak (Arşiv)