Linçperverliğin lüzumu var mı?
Konu hassas ve çarpıtılmaya son derece müsait; onun için kelimeleri tartarak sarf etmek lazım: Çocuk tacizi vakalarında basın kuruluşları iyi imtihan vermiyor. Bir haberi işlemenin onlarca farklı yolu var; bizimkiler en kötüsünü, en canhıraş olanını, en beterini seçerek ve bu gibi haberlere magazine uyguladıkları tarifeyi tatbik ediyorlar. Sorsanız, "ibret olsun diye meseleyi gündeme getiriyoruz" diyeceklerdir.
Nesi ibret olacak ki; çocuk tacizi az görülen bir sapıklık; artma eğilimi gösteriyorsa o yolda teklifler yapılır, aileler, ilgili kurumlar uyarılır ama neredeyse ballandıra ballandıra hikâye edilmez.
Bunlar, "elemin zikri de başka elemdir" nüktesini bilmezler mi?
Hakim, "toplumun bilmesinde yarar var" diye duruşmayı açık tarzda yürütmüş. Söz konusu olan zaten tüyler ürpertici, inanılması çok zor bir vaka. Üstelik yeteri kadar şüyû bulmuş. Duruşmayı ahaliye açmak, elemin zikri değil midir? Karar duruşması olsa haydi neyse...
Birkaç hafta evvel cuma hutbesinde bile bu mesele işlendi; hem de nasıl bir üslûpla; "Çocuk tacizinden uzak duralım ey cemaat" kabilinden! Cami cemaatinin potansiyel suçlu farz edilmesinden artık gınâ geldi. AIDS'le, alkolizmle mücadele haftasında bile paparayı hep cami cemaati yer nedense.
Bu hususta çok makul düşündüğümü ileri sürmüyorum, belki yanılıyorumdur fakat istisnai hadiseleri her gün haberlere taşıyıp lüzumundan fazla dallandırarak toplumun gidişatını düzeltemezsiniz, suç istatistiklerini ıslah edemezsiniz. 80 senedir bu ülkenin okullarında, gazetelerinde, kürsülerinde milli birlik ve beraberlikten bahsedilir; halimize bir de bu nazarla bakar mısınız!
Abartı başka, hakkın tahsisi başka. Bu kadar sık manşete getirilen çirkinlikler, acaba bir şekilde toplumsal linç histerisini kışkırtmamakta mıdır? Şırnak'ta hastane basılmış, bazı kaynaklar iki ölü olduğunu söylüyorlar, 75 de güvenlik görevlisi yaralı. Konuyu terör örgütüne bağlayanlar da yok değil ama bu rezalet kolayca kapatılabilecek türden değil.
Şeyh Sait İsyanı bastırıldıktan sonra konuyu soruşturan İstiklâl Mahkemesi, İstanbul basınından bazı muhalif gazetecileri kışkırtma suçuyla olay mahalline sevk etmiş ve adeta anasından emdiklerini burunlarından getirmişti. O yaklaşım biçimini doğru bulmam fakat linç psikolojisini kışkırtan her haberin, her manşetin, her yorumun artık "azmettirme" kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşünmeye başladım.
Hukuk devletine inancımız filan yok bizim; aslında hukuk devletinin nasıl bir şey olduğunu da bilmiyoruz. İncelik şurada; şu anda bütün deliller aleyhinde gibi görülen sanık mâsumsa ne yapacağız? Olamaz mı; olmuyor mu? Parçalanmış bir vücudu, lime lime edilmiş bir iç dünyayı nasıl onarabileceğiz?
Aslında kimsenin bu gibi derslere ihtiyacı yok; hepsi bilinen şeyler. Dramımız bildiklerimizle yapmamız gereken şeyler arasındaki küçük menfaat uçurumlarından kaynaklanıyor. Dinibütün olanlar bunun için dua ederler işte; doğru bildiklerini günün birinde az bir menfaat karşılığında satıyor durumuna düşmemek için irade ve idraklerini kolaçan edip gözden geçirirler; dua, bu noktada son derece aktif bir eylem biçimidir. Şahsiyet de bu aralıkta varlık bulur veya ufalanır gider. Herkese dinibütün olmasını tavsiye ediyor değilim; velev ki seküler hayat tarzını tercih etmiş olunuz, yine de şahsiyetinizi doğru bildiklerinizle yaptığınız şeyler arasında inşâ etmeye mecbursunuz.
Sâkin olacağız; patolojik hadiseleri, sapıklık diye adlandırdığımız menfur şeyleri, linç histerisinin odağına koyarak tedavi edemeyiz, baskı altına alamayız; bu tarz ile sadece bugüne kadar böyle iğrenç işlerden haberi bile olmayanların muhayyilesine lüzumsuz katkılarda bulunmuş oluruz. İlle de bir şey yapmak lâzımsa şifâ, aile değerlerindedir; linçperver matbuatımız bir de aile değerlerine nasıl yaklaştığına baksın.