Limonda sarı, marulda yeşil

Hamdolsun bu yıl da Ramazan'a eriştik ve onun emsalsiz iklimini nasibimiz kadarıyla yaşadık; bunun için bayram etmeye değer elbette. Ramazan'ın bittiğini gecenin bir yarısında kapıya dayanan davulcu ihsas etti; bahşiş istiyormuş. "Âdette bu hesap bayram sabahında kapatılır" diyecek oldum. "Ağabey" dedi, "muhit geniş; bayram sabahı her tarafa yetişmek zor oluyor, üstelik tatilciler, misafirliğe gidenler...". Memleketin sünneti, çaresiz cüzdana davranacak oldum, "ama dur bakalım, senin davulcu olduğunu nereden bileyim?". Genç irisi davulcu kapı gibi bir kağıt ibraz ediverdi hemen. Mahalle muhtarlığına hitaben yazılmış bir dilekçe ve altında "davul çalabilirsin" mealinde bir meşruhat. "Pekâlâ, davulun, zurnan nerede; vur bakalım bir rast taksim" diye çamura yatmak geldi içimden ama davulcudan utanıp hesabı gördüm. Teşekkür edip gitti. Bayramdan bir gün önce bir Alevi esnafın kenar semtlerden birindeki dükkânına yolum düştü. Dükkâna birkaç metre kala içerde birinin soba kenarında sigara içtiğini fark ettim. Selâm verip içeri girdiğimde dükkân sahibinin arkadaşı olduğunu sandığım adam yerinden kalkıp arkalarda bir yere savuştu. On onbeş dakika kadar görüşüp dükkandan ayrıldıktan sonra durumu fark edebildim ki sigara içen kişi, beni hiç tanımadığı, aramızda evveliyata dayanan hiçbir hukuk olmadığı halde hatırımı sayıp sigarasını saklamış, birkaç dakika sonra yeniden aramıza katılıp sohbete katılmıştı. Bir kalbim ısındı, bir gönlüm yufkalaştı. Nezaket ve incelik denilen kavramların henüz tamamen buharlaşıp yok olmadığını hissettirdiği için hiç tanımadığım o adama gıyâbında dua ettim. İşte Ramazan iklimi dediğim böyle bir şey işte. Her zaman ele geçmiyor. Ramazan'ın resmî bir hükmü yok ama gündelik hayatımızın tam orta yerine bütün tabiiliği ile gelip yerleşiveriyordu ve şüphesiz böylesi daha mânidardı. Bu duygular içinde Ramazan'ın son cumasında, "bugünlerde beş vakte başlayanlar, bayram ertesi namazı cumadan cumaya hatırlıyorlar" yollu sızlanan hatibi tebessümle dinledim; "Bu güzellikleri hep birlikte yaşadığımız için birbirimizi kutlamalıyız" demesini beklerdim en azından. Üstünde durmadım. Arife çarşısı mahşer gibiydi. Karla karışık inen yağmura rağmen telâş içinde bayram hazırlığı görmeye didinen kalabalıkları zevkle seyrettim. Çok uzaklarda, uzak gurbetlerde ve ecnebi memleketlerinde bayram etmek zorunda kalanların bu güzellikleri paylaşamadığı aklıma geldi. Alışveriş uğultusuna bir kere de onların nazarıyla bakmak geldi aklıma. Öyle baktım. Manav dükkanları, balıklar, bakkallar, şekerciler düğün yeri gibiydi; şıkır şıkır, pırıl pırıl, rengârenk ve tam ortasından hayatın küçük saadetlerine yollar açan bir bereket manzarasıydı bu; limonun sarısı, marulun yeşili, portakalın turuncusu, elmanın alı, patlıcanın moru öyle bir cümbüş içindeydiler. Hamdettim. Krizin etkisi hissedilir derecede azalmaya başladı ama iyimser olmak için daha güçlü sebeplerimiz var bizim; evvelâ değme toplumların dayanamayacağı bir iktisadi çöküntüyü göğüsleyebilmemizi sağlayan dayanışmamızı hatırlayalım. Ramazan ikliminde dayanışma, su gibi hava gibi olağan bir şey haline geliyor. Dünya televoleden ve hükümet merkezli siyasi debelenmelerden ibaret değil; ekmek sıcak ve leziz, çay kıvamında, yağmur yağıyor ve yarına dair güzel ümitlerimiz var. Erişenlere saadet, defteri kapananlara rahmet; biz bu bayramı hak ettik. Bayramımız bayram olur inşallah!


Kaynak (Arşiv)