Lâle
Saddam'ı sevmek ve hâtırasını ta'ziz etmek için sebebimiz yok; halkına -şeddesiyle- "gaddar" davranmış bir adamdı. Suçluluğu, yargılanması ve cezalandırılması tabii idi. Diktatördü; diktatörlerin kafasındaki hukuk keyfîdir; nitekim Saddam da keyfî bir hukuk uygulamasına uğrayarak idam edildi.
Cezaların ıslah edici, hayata döndürücü bir istikameti olması gerektir. Saddam'ın uğradığı ceza sadece intikamcılık hissiyle yerine getirildi; bu üslûbun özellikle siyasi bakımdan ne kadar vahim boyutlar taşıdığı zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Öyle görünüyor ki, Saddam'dan sonra Irak diye bir ülkenin siyasi varlığını devam ettirmesi imkânsızdır. Saddam, bütün menfî yönlerine rağmen Irak'ın "milli birliği"ni temsil eden, bu karmaşık ırk ve inanç kaosunun bütünlüğünü temin eden adamdı; idamıyla birlikte Irak'ın zaten devam etmekte olan parçalanma sürecinden kurtulabilmesi muhâl ötesi bir ihtimâldir.
İdama gösterilen tepkiler anlam ayrıştırıcı bir karakter gösteriyor; meselâ vaktiyle Irak hudutlarını cetvelle çizen mütegallibe heyetinin bir üyesi olarak Fransa'nın, "Irak'ı bundan sonra geleceğe bakmaya ve ulusal birlik için çalışmaya" davet eden mesajı, Irak kavramı ve onun artık mevcut bulunmayan vatandaşları ile dalga geçmek mânâsına geliyor. Ba'de harâb'ül Basra! Irak'ta milli birliği yeniden tesis etmek, sıkılmış diş macununu yeniden tüpe göndermekten farksız. Irak'ın milli birliğini işgalcilerin demokrasi kavrayışı yerle bir etti. Türkiye için kaçınılmaz olan, Irak için lüks! Olanca tegallübü ve âfâki hükümranlık iddialarıyla devlet, işte bu paradoksun çağırdığı zoraki bir çözümdür. Pandora'nın kutusunu Irak'ta Saddam kapalı tutmayı başarıyordu ve bunu yerine getirirken zalimce davranıyordu. İşgalci güçler kapağı açtılar, yarım milyon Iraklının ölümüne sebep oldular ve artık ismi bile olmayan bu ülkede günlük terör kurbanı sayısı onlarla ifade edilir hâle geldi. Buna mukabil bizim Ulusalcılarımız, Saddam'ı ânında sahiplenmek fırsatını fevt etmeyerek kendi ideolojik duruşlarını farkında olmadan tartışmaya açtılar; diyorlar ki: "Bugün Arap dünyasında Kurban Bayramı'nın birinci günü. Amerikan emperyalizmi bugün Saddam Hüseyin'i idam ederek, tüm İslam dünyasına saldırmıştır." ve ilâve ediyorlar, "Irak'ın bu kahraman evladı, mücadelesi ve boyun eğmez tutumuyla aynı zamanda tüm mazlum milletlerin şehididir."
Türkiye'de herkesin bu kadarcık olsun saçmalama hakkı var ve bunun için hamdetmeliyiz; bu kabil saçmalıkları -her şeye rağmen yürütmekte olduğumuz demokratik düzen- tolere edebiliyor. Halbuki Irak ahalisi ırkî, mezhebî ve siyâsî cüzlere bölünmüş daracık kimliklerinin aralığında sadece hayatta tutunmaya çabalıyor; yaşadıkları uzun ve muzlim gecenin sabahı, daha şimdiden öldürülmüş yarım milyon insanın kanıyla örtülü ve çok uzaklarda.
İmralı'dan örgütüne "höt-zöt" mesajları gönderek kendine başka bir Mandela gömleği biçen bizim "idamlık", değiştirmek için yüzlerce genci dağlara sürmekten çekinmediği düzenin, kendisi için nasıl bir nimet olduğunu fark etmiş olsa gerektir; aynı ithamlarla bugün bir Irak cezaevinde yatıyor olma ihtimalini bir kere daha düşünse çok iyi edecektir.
Ve nihayet işgalci Amerika ve müttefikleri, Saddam'ın infaz tarzı ve zamanlaması ile, Irak'ın parçalanma sürecini hızlandırmış olmak bakımından kendilerini bir kere daha "menfur" bir mevkie koydular. Irak'ta katledilen, katledilmekte olan ve ne yazık ki bu kanlı iç savaşta katledilecek bigünâhların âhı, işgalci koalisyon patronlarının boynunda ateşten nâr kesilmiş bir lâledir.