Laikler de çağdaşlaşsın!
Milli Eğitim Bakanı hakkında Meclis soruşturması açılmasına karar verilmesi bir dizi tuhaf gelişmeyi açığa çıkaran bir turnusol kağıdı vazifesi gördü. Evvela Bakan minder dışına kaçarak konuyu "Laikler" gericiler" dikotomisine bağlamaya çalıştı. Ardından Başbakan; Ecevit garip bir çıkış yaparak aslında Bostancıoğlu'nun değil, laik cumhuriyetin hedef alındığını ileri sürdü (habere göre Başbakan kürsüde bu sözleri söylerken bakan oturduğu yerde gözyaşlarını siliyordu).
Derken daha garip, hatta tüyler ürpertici bir zihin travmasına işaret eden bir beyanat yayınlandı gazetelerde. Bu haydarâne savleti yaparak belki de muhtemel bir erken seçimde şanslı bir pozisyon kazanmayı uman beyanın sahibi bir devlet memuruydu. Bir devlet memurunun aslında böyle laflar sarf edebilmesi için ya emekli olmayı göze alması veya birkaç saat evvelinden başına bir saksı düştüğü için kısmi şuur kaybına uğramış olması gerekiyordu: Daha birkaç gün önce, Edebiyat Fakültesi'nin 220 bin ciltlik kütüphanesini kapatma kararı alarak Radikal gazetesinin bile, "Üniversitede kitap düşmanlığı" başlığıyla yerdiği Prof. Kemal Alemdaroğlu, Milli Eğitim Bakanı hakkında alınan Meclis kararını beğenmeme hakkının çok ötelerine sıçrayarak açtı ağzını yumdu gözünü: "İrtica her yönüyle tırmanışta. TBMM'de Milli Eğitim Bakanı'na karşı soruşturma açılmasının temelinde yatan neden de aynı!" ve hızını alamayarak neredeyse bir asırdan beri dinlemekten usanmadığımız cızırtılı karasakız plaktaki replikleri bir kere daha seslendirdi; "Üniversiteler ve üniversite gençliği, milli irade temsilcilerinin sergilediği tavrın karşısında; TBMM'nin kararı kınanması gereken bir karar!"
"Vay canına sayın seyirciler!"di.
Bu rektöre, bu yaşa kadar öğrenemediği ve belli ki bundan sonra da öğrenmesine imkan olmayan Anayasa hukuku dersini veya "nezaketini" kim öğretecek dersiniz, Başbakan mı? Meclis Başkanı mı; yoksa YÖK mü? TBMM'yi ağır şekilde itham eden bu sözlerden ötürü Meclis'in onurunu korumak ve kollamak elbette Meclis Başkanı'nın işidir; ama bu beyanat, Türkiye'de "irtica ile savaşmak" adı altında bazı şeylerin nasıl sulandığını ve cıvıklaştığını gösteriyor. Doğrusu, dünya görüşü itibariyle aynı safta bulunmuş olsaydım bile Sayın Alemdaroğlu ile bu tribünlere yönelik galiz beyanatından sonra yan yana durmak içimden gelmezdi. Acaba radikal demokrasi dedikleri şey, milletin meclisini aldığı karardan ötürü kınamayı kapsayacak kadar çığırından çıkmış mıdır?
Biraz nezaket; hiç olmazsa biraz ilmîlik, zerre miskal kadar olsun biraz basiret!
Ve lütfen biraz kalite!
Velev ki Meclis, Bostancıoğlu hakkında aldığı kararda hata etmiş bile olsa radikal demokratlar böyle galiz bir üslupla ağız bozmak hakkını nereden, hangi anayasal güçten alıyorlar? Doğrusu bu ülke, "radikal demokrasi" taraftarlarının iş zora binince "irtica geliyor" diye cayırtı koparmasını artık kanıksadı.
Kendi partisi tarafından bile savunulmayan, bir bakanın zedelenen onurunu ayağa kaldırmak için illâ ki "zinde güçler"in idareye el koyması mı gerekiyor? Bu nasıl bir mantık zaafiyeti, bu nasıl bir demokrasiye inançsızlık gösterisidir? Türkiye'de laiklik taraftarlarının, bırakınız milleti, onun devlet nezdinde iradesini temsil eden Meclis'e karşı bu derece pervasız ve tahkirâne sözler sarf ederek "derin devletin adamı" imiş gibi pozlar sergilemesi, rejimin en büyük zaafını teşkil ediyor. Kemal Alemdaroğlu'nun laikler safında durması, laik zümreleri güçlendirmiyor; tam aksine toplum nazarında büyük itibar kaybına sebep oluyor ve bu gibi tutumlar yüzünden toplum, devletinden soğuyor. Laik politikaları savunmak niçin daha ehliyetli, daha nazik ve son tahlilde milli iradeye daha saygılı kişiler tarafından üstlenilmiyor?
Görüntüye bakarak şöyle düşünmekten kendimi alamıyorum; artık vakti geldi, radikal demokratlar (veya laikler) da artık çağdaşlaşmalıdır. Lâmı cimi yok!