Laikçiler haklı; laikliğe sahip çıkalım!
Herkesin bildiği ama herkesin her zaman hatırlamadığı bir gerçekten bahsedelim: Uygun zamanda, uygun yerde toplanmış, önceden hazırlıkla birkaç yüz kişinin sesi, cirminden fazla yankılanmaya müsaittir. 28 Nisan 1960 günü Beyazıt Meydanı'nda toplananlar "gençliğin sesi"ni temsil etmiyorlardı.
Darbeden birkaç gün önce İzmir'de Menderes'i kucaklayan on binlerin sevgi gösterisini de Menderes yanlış yorumlamıştı. Kalabalıklar nihai kertede ve uzun vadede efektif olmuyor. 27 Mayıs sabahı Menderes'in yanında o on binlerden, yüz binlerden bir ferd-i vâhid yoktu. Askere dalkavukluk ederek darbeye kışkırtan drijan-entel takımının gücü ise, darbenin meşruluğunu yirmi sene bile korumaya yetmedi.
Siyasi duruma ve dengelere bir bakınız: Ordunun anayasal düzene, siyasi hayata, çok partili hayata müdahale etmesini gerektiren bir hâl var mı? Bazı vesilelerle generallere alkış tutup sevgi gösterisinde bulunurken, genel ve serbest oyla seçilmiş siyasilerin gözünün içine baka baka "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganı atmanın ne menem bir "sivil gelenek" teşkil ettiğini bize kim izah edecek?
Halk iktidardan memnun değilse, önümüzdeki kasımda gereğini yapar; sistem böyle. Sistemi beğenmeyenlerin, Türkiye'nin daima askeri vesayet altında "derin bürokratlar" tarafından yönetilmesini isteyenlerin yapabileceği hiçbir şey yok. Anayasa'nın ilk üç maddesinde vasıfları belirtilen devletin tarzını değiştirmeye kalkışmak 4. madde ile yasaklanmıştır ve ikinci madde Türkiye'nin sadece laik değil, demokratik bir devlet olduğunu da âmirdir. Demek ki Anayasa'nın ilk dört maddesi, vara yoğa laiklik imâsında bulunan bir kısım arkadaşlarda fena halde moral bozucu etki uyandırıyor olmalı ki, demokratik sistemin legal unsurlarından ziyade, "ah paşam, kurtar bizi bu gericilerin elinden" mânâsına gelen romantik niyazlarda bulunuyorlar.
Geriye sadece "Acaba gürültüye getirip bir darbe yaptırabilir miyiz?" homurtusu kalıyor böylece.
Anayasa'ya göre kadr ü kıymeti pek âlî Cumhurbaşkanı'nın giderayak daha bir sertleşerek yerli yersiz laiklik maddesine atıfta bulunmasına gelince, sistemin sağlığından endişeli bir devlet başkanı görüntüsü vermek en azından hoş bir şey değil. Cumhurbaşkanı gidişattan memnun değilse her münasip vesile ile topluma hazımsızlığını aksettirmek, kinayeli sözlerle iktidarı yermek yerine, "yürütmenin başı" sıfatıyla gereğini yerine getirmelidir.
Gelelim plağın öteki yüzüne...
Türkiye laiktir; eğer laiklik yeryüzünden kazınmış olsaydı bunu bizim icad ve ihdas etmemiz gerekirdi; laik kalması da elzemdir çünkü din, fikir ve vicdani hürriyetlerin korunmasında laiklik kullanışlı bir araçtır. Türkiye laikliği, tarihi gelişimi içinde hakkıyla iktisab edip kabullenmiştir ve isabet etmiştir. İsabetli olmayan şey, kendi zuumlarınca "aydınlanmış" olduklarını varsayan despotların evdeki hesabın çarşıya uymamasından doğan rahatsızlıklarıdır; çünkü onlar "halkın dini"ni tayin etmeleri gerektiğini zannediyorlar. Halbuki laiklik, Robespierre ve benzeri entel despotların hortlağından emin olmaları için halkın biricik güvencesidir. Niteliği ve muhtevası ne olursa olsun dinin, din benzeri şeylerin, kutsal görüntüsü verilmiş mistik unsurların, mistifike edilmiş ideolojilerin tasallut ve diktasına karşı bir emniyet yeridir. Bazılarının zannettiği gibi devletin gâyesi ve mânâsı değildir; vicdan zorbalarına, kutsallık pazarlamacılarına, her nevi inanç tacirlerine karşı son derece etkili bir yönetim aracıdır.
Sahip çıkalım; anlayalım, bilelim; sivil otoriteye karşı darbe şakşakçılarıyla aynı şeyi söylüyor olma riskine rağmen laikliği artık hararetle savunalım zira kim ki inanç ve değerlerinden ötürü sistematik tâcize uğruyorsa, kelimenin bütün mânâsıyla laiklik, onların derdine merhem olacaktır.