Lâ şey!
Geçenlerde Ertuğrul Özkök bir süre önce Nokta Dergisi tarafından yayınlanan, "akreditasyon listesi" listesine atıfta bulunarak bir yorum yaptı.Özkök, bu listeden hareketle Türkiye'de gazetecilik yapmanın zorlaştığından, "önde gelen kurumlar"ın gazetecilerden biat talep ettiğinden bahsediyor ama çok önemli bir boşluğu fark etmemiş olması dikkatimi çekti; listede, o mâlum fakat çirkin tabirle "dinci basın"dan kimsenin adı yok! Çok ilginç bir durum; en azından 1,5 milyon gazete alıcısına hitap eden yayın kuruluşlarına mensup onlarca, yüzlerce gazeteci ve yazar yok sayılmış.
Dost değil, "karşıt" da değil; peki ne? Artık kullanmadığımız bir tabirle "lâ şey" (bir şey olmayan, değersiz, hükümsüz anlamında). Şüphesiz bu tavrın ardında "küsü"nün, kırgınlığın, dargınlığın daha ötesinde bir anlam var. "Karşıtlar" listesine bakınca fark ediyorsunuz ki, bunlar "gönül umduğundan incinir" fehvâsınca haklarında sitem izhar edilen türden kişiler. Lâ şey hükmündekiler muhalif bile sayılmamış. Eğer bu liste sahihse mânidar bir mesaj.
Böyle bir listenin sahihliği su götürebilir; fakat Genelkurmay'ın yayın kuruluşları arasında senelerden beri bir akreditasyon uygulaması yaptığı bilinmeyen bir konu değil. Akredite edilmeyen yayın kuruluşları ve gazeteciler de -sitemlerini saklı tutmak kaydıyla- zannederim artık durumu tabii karşılıyorlar. İşin ilginç tarafı bu yayın kuruluşu ve gazetecilerin neredeyse onda dokuzu Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı geleneksel saygı ve sevgi duruşunu bozmuş olmamaları.
"Bu niçin böyle oluyor?" sualine verilecek cevap çok ve netice açısından bu cevapların bir önem taşıdığını da zannetmiyorum; önemli olan TSK'nın, akredite edilmeyen, o mâlum iddiaya göre "karşıt bile sayılmayacak derecede yok farzedilen" yayın kuruluşu, yazar ve gazetecilerin hitab ettiği kitlenin ne duyduğundan, ne düşündüğünden, meselelere nasıl baktığından haberdar olmak istemeyişidir; bu cümle ile istihbâri faaliyetleri kasdetmiyorum; istihbarat çalışmalarında elbette böyle garip tefriklere gidilmez, dost-düşman sıfatına bakılmaksızın bütün haberler değerlendirilir: Kasdettiğim husus toplam 5 milyon civarındaki gazete alıcısından % 30'unun bu ülkede yaşamıyor gibi algılanmasının doğuracağı sakıncalardır. İstihbarat çalışmaları genellikle kötü haberi algılamaya kurgulanmıştır; memleketin içinden, derûnundan, rûhundan ve bünyesinden sâdır olan sıradan şeyler dikkate değer bulunmaz; oysaki kaale alınması gereken en önemli şey, memleketin sâde, sıradan, sesi-soluğu pek çıkmayan, suskun, itaatkâr insanlarının hâlinden, fikir ve duygularından, kavrayışlarından haberdar olabilmektir; çünkü bu ülkede seçim sonuçlarını onlar tayin ediyor; çünkü nihai tahlilde kalıcı değerleri onlar belirliyor. Onların gönlünde yer tutanın sırtı kolay yere gelmiyor; onların benimsemediği iflâh olmuyor. Onlar bu bakımdan önemli; çünkü onların hesaba katılmadığı hesap ve stratejilerin en geç orta vadede yarıyolda kalakaldığına defalarca şahit olduk.
Ordunun bu kitlenin mânâ ve öneminden yeterince haberdar olmadığını, sosyal bilim desteğine ihtiyaç duyulan hallerde, çoğunluğu Ankara'da mukim bazı akademisyenlerin sunduğu dar bakış çerçevesi ve akredite yazarların günlük haber ve yorumlarıyla yetindiklerini düşünüyor ve endişe ediyorum.
Birkaç yüz gazetecinin, yazarın kaale alınması, yok farz edilmesi çok önemli değildir, fakat derin ve organik Türkiye'den haberdar olmamak çok mühim bir noksandır. Zannederim ki tam da bu gerekçelerle meselâ Türk Silahlı Kuvvetleri, bu derin kitlenin gönlünde ne derece hürmetli ve sevgili bir yer tuttuğunu bütün şümûlüyle bilemediği için, o büyük kitleyi -bazen- nasıl incittiğini ve gönül kırgınlıklarına uğrattığını da farkedememektedir.
Mesele anlaşılmış mıdır; zannetmem: çünkü bugün itibarıyla "lâ şey" başlıklı bir yazı yayınlanmadı!