Kusurlu mercek meselesi
Yakın tarihte olup bitenlerin Türk kamuoyu için hâlâ "son dakika" cinsinden gündelik haber lezzetiyle anlaşılıp tartışılması, resmi ideolojinin en azından tarih karşısında rasyonellikten kaçınma tepkisinde ısrarcı olduğunu gösteren önemli bir örnektir.
Peşinen anlaşılmalı ki hiçbir tarihî olgu, Cumhuriyet'in meşruluğuna gölge düşüremez; en azından bilim ve mantık böyle bir akıl yürütmeyi değersiz göstermektedir. Öte yandan rejimin, kendi meşruiyetini birtakım "düzeltilmiş" tarihî olgulara dayandırması da aynı derecede dayanıksız bir tutumdur.
Son Osmanlı padişahı Mehmet Vahidettin'in hain olmadığı görüşünü savunan Bülent Ecevit, esasen bugüne kadar hiç dile getirilmemiş ve sırlı kalmış bir tezi seslendirmiyor; amme efkârında yaşayan kanaati bir kere daha ifade ediyor. Kaldi ki Bülent Ecevit konuyla ilgili bir uzman tarihçi değil sadece bir siyaset adamıdır ve tarih hakkındaki birtakım kanaatlerinin kendisinden başka kimseyi bağlamayacağı da açıktır. Hal böyleyken Sayın Ecevit'in fikrî kanaatlerinin, ucu hakarete veya aleni hayıflanmalara kadar yakışıksız yorumlara konu teşkil etmesi, yorum sahiplerinin bilim zihniyetinden ne kadar uzağa düştüğünü gösteriyor. Bilim, kanaat ve önyargılarla değil, sınanabilir ve doğruluğu hakkında hüküm yürütülebilir olgularla yürür. Tarih ise, kendisiyle ilgilenenleri hakikatle yüz yüze gelmeye davet eden bir disiplindir. Bu noktada Cumhuriyetimizin temelini teşkil ettiğini varsaydığımız bilim zihniyetine karşı 82 yıl sonra bile hâlâ Avrupa'nın "kurûn-i vusta asırlarını" hatırlatan dogmatik ve ideolojik mülahazalarla yaklaşılıyor olduğunu görmek insanı şaşırtıyor ve nedense bu konuda kimse "konuyu tarihçilere bırakalım" demeye cesaret edemiyor.
Acilen düzeltilmesi gereken son padişah Mehmet Vahidettin'in siyasi ve tarihî itibarı değil, Cumhuriyet intelijansiyasının gerçek karşısındaki felsefi duruş çarpıklığıdır. Duran saatlerin bile bazen doğru zamanı gösterdiği olur; ama optiği bozuk merceklerin kendi hakikatine sadık kalması imkânsızdır.