Kurum Türkçesinin bütün ittiratsızlığı

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Öğretmenler Günü vesilesiyle bir beyanat vererek başörtüsü ve anayasanın değişmez ilkeleri arasındaki ilişkileri yorumlamaya çalıştı. Gazeteler ve kamuoyu bu beyanın siyasi niteliği üzerinde durdular. Ben ise bu konuşmadaki bazı ibarelerin "ilmi" ve edebî açıdan nasıl bir kıymet taşıdığı üzerinde durmak istiyorum.

"...Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurgulandığı gibi Türkiye Cumhuriyeti"nin laiklik anlayışı, Atatürk devrimlerine ışık tutan, Türk Aydınlanma Çağı"nı başlatan, tüm ilke, kural ve kurumların temelini oluşturan ve Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracak laiklik anlayışıdır."

Hemen belirtmeliyiz ki Sayın Cumhurbaşkanı"nın Türkçeyi tasarruf tarzı, kurum Türkçesi ile konuşup yazmaya itina eden altmış yaş üstü kuşağının bütün zaaflarını taşıyor; bu kuşağın dil zevki, bir cümle içinde en çok sayıda öztürkçe kelime kullanmaya titizlenen bir anlayışı aksettirir; onlar için öztürkçe kelimeler anlamı bütünleyici özelliklerinden ziyade mesaj özellikleriyle kıymet taşırlar. Cümleyi değil de kelimeyi vurgulamak maksadına yönelik bu tasarruf tarzı, zaman zaman cümlenin anlam belkemiğini de zedeler. Nitekim yukarıdaki cümlenin anlam belkemiği, "Türkiye Cumhuriyeti"nin laiklik anlayışı (şu şu vasıfları taşıyan) bir özelliktedir" anlamını hedeflediği halde cümle, "Türkiye Cumhuriyeti"nin laiklik anlayışı (...) laiklik anlayışıdır" şeklinde tamamlanıyor ki cümlenin dik durması için en azından parantez içindeki üç noktadan sonra "bir" kelimesinin ilavesi gerekmektedir. Aynı konuşmada yer alan bir başka cümleyi ele alalım: "Unutmayınız ki, Atatürkçülük bir çağdaşlaşma ve aydınlanma tasarımıdır. Çağdaşlaşma ve aydınlanma laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin gerçekleştirilmesiyle olanaklıdır. Bunun temelinde ise, kuşkusuz laik eğitim yatar." Bu cümlede "olanaklı" kelimesi, âşikâr bir şekilde ve kakafoni teşkil etmesi pahasına "mümkün" kelimesinin yerine tercih edilmiştir. Zevk meselesidir; geçiyoruz.

Aydınlanma vurgusunun esbabı

Cumhurbaşkanı"nın 24 Kasım"da bir grup öğretmeni kabulü esnasında yazılı nottan okuyarak yaptığı bu açıklama ilmî açıdan da tenkide açık bir muhteva taşıyor. Basına daha çok başörtüsü ile ilgili anayasa düzenlemelerine geçit vermeyen yönüyle akseden bu metinde Sayın Cumhurbaşkanı "aydınlanma" kavramına tam on kere yer vermek suretiyle çok belirgin bir vurgu yapmak ihtiyacı hissetmiş bulunuyor. Metnin tamamını veremeyeceğim için sadece aydınlanma kavramıyla ilgili tamlamaları işaretlemek istiyorum: "..aydınlanma ışığı, ...aydın kuşaklar, ...aydınlanma tasarımı, ...aydınlanma, ...aydınlanma çabaları, aydınlanma ve çağdaşlaşma, ...Türk Aydınlanma çağı, ....aydınlanma devrimi, ...aydınlık gelecek, ....aydınlanma çabaları" (Konuşmanın tam metni için www.cankaya.gov.tr" adresindeki "basın açıklamaları bağlantısına bakılabilir). Sayın Cumhurbaşkanı, metin içinde aydınlanma kavramının geçtiği cümlelerle aydınlanmaya tam da XIX. yüzyılın son çeyreğinde verilen anlamı kasdetmektir. Buna göre öğretmenler, topluma aydınlanma ışığını yorulmadan taşıyan kişilerdir (Prometheus efsanesi) ve öğretmenler aydın kuşaklar yetiştirerek çağdaşlaşma sürecine katkıda bulunurlar. Atatürkçülük bir çağdaşlaşma ve aydınlanma tasarımıdır. Bu ise ancak laik, demokratik, hukuk devletinin gerçekleştirilmesiyle "olanaklıdır". Öğretmenler aydınlanma çabalarının itici gücüdür. Aydınlanma ve çağdaşlaşma çabalarının olmazsa olmazı laiklik ilkesidir. Cumhuriyetin laiklik anlayışı, Türk aydınlanma çağını başlatan bir laiklik anlayışıdır ve öğretmenler, aydınlanma devriminin yılmaz bekçileridir.

Peki nedir bu aydınlanma?

Aydınlanma, bizim siyasi ve kültürel iklimimizde maalesef çok itinasızca, hatta gerçek anlamı bilinmeden kullanılan bir kavramdır; bu aydınlanma tasavvuru kısaca şöyledir: Bilgisizlik çok kötüdür, insan bilgi öğrendiği sürece aydınlanır. Bilgi burada, pek sâdedil bir kavrayışla cehaletin antitezi olarak kategorize edilmiştir. Aydınlanma, toplumsal kalkınmanın anahtarıdır. Oysa ki ciddi sözlüklerde Aydınlama, " insanın kendisini geleneklerinin, toplumunun ve inançlarının etkisinden kurtararak yalnız tabii aklına dayanmakla evreni ve hayatı açıklaması" anlamına gelmektedir. XVIII. yüzyılda Batı"da ortaya çıkan bu akım, her türlü dini inanca cephe alan bir muhteva gösterir (Süleyman H. Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü). Aydınlanma"nın temel motifi aydınlanmış insan, "aydın"dır. XVIII. yüzyılda vuku bulan Fransız İnkılâbı"nın doğurduğu Elitist Jakobenizm (Mütehakkim ve öncü seçkincilik), "aydınlanma tasarımı"nı yürüten veya yürütmesi gereken siyasi kadrolara verilen isimdir. Bu cereyan aynı yüzyılda zirveye ulaşan "aydın despotizmi"ni meşrulaştıran bir mânâda kullanılır.

İdeoloji, ilimle inanç arasında sıkışırsa

Cumhurbaşkanı"nın iki sayfalık bir konuşma metni içinde on kere tekrarlamaktan zevk duyduğu anlaşılan "aydınlama" kavramını, yukarıda izah etmeye çalıştığımız mânâ çerçevesinde algılamadığını tahmin ederiz. Problem şudur; öyleyse bu metinde aydınlanma kavramı hangi anlamda kullanılmıştır? Kavramın, okul sıralarında veya resmi törenlerde tekrarlanan "âmiyâne" karşılığı ile, yani "aydınlanma iyi bir şeydir; ne kadar aydınlansak o kadar güzel olur"şekliyle tercih edildiği anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanımız bir hukukçu. Devlet reisliği görevine seçilmeden önce Anayasa Mahkemesi"nin Başkanlığını yürütmekteydi ama bu kariyeri, onun "seçkin bir anayasa hukukçusu" olduğuna karine teşkil etmiyor. Anayasa hukukçuları, özellikle kamu hukukunda itinasız tasarrufu büyük problemler doğurabilecek bu gibi kavramlara büyük bir dikkatle yaklaşırlar ve adeta kuyumcu terazisi ile tartarak tasarruf ederler. Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuşması ile ilmî bir tarif ve çerçeve çizmekten ziyade, AKP"nin tek başına iktidara geldiği şu günlerde laikliğin sahipsiz olmadığını vurgulamak için şahsi ihtisasını aşan ve daha ziyade ideolojik atıflarıyla dikkat çeken bir tavır göstermek ihtiyacı hissetmiş olsa gerektir. Konuşmasında, laiklik ve çağdaşlaşma arasındaki ilişkileri vurgulayan cümleleri de aynı istikamette mütalaa ediyor ve en azından tartışmaya açık buluyorum. Kaldı ki aynı konuşmada yer alan laiklik ile başörtüsü meselesi arasında kurmaya çalıştığı illiyet bağları da dayanıksızdır. Lâyıkınca sosyal bilim çalışmış olanlar bilirler ki laikliğin olmazsa olmaz şartları arasında ne demokrasi, ne de cumhuriyet prensipleri yer almamaktadır. Laikliğin sadece kendisiyle izah olunan bir modeli yoktur; demokratik üsluplu laiklik kadar dayatmacı, hatta diktatoryal laiklik anlayışlarından da söz edilebilir. Bu arada bir toplumu çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkarmak için bizde uygulanan şekliyle laikliğin "olmazsa olmaz" cinsinden bir vazgeçilmezlik unsuru teşkil etmediği de açıktır. Kezâ bu konuşmada sayın Cumhurbaşkanı"nın laiklik ve anayasa konusundaki tahlilleri, tahlil olmaktan ziyade "nass"a dayanan, dogmatik bir imanı aksettiriyor ki bu tavrın "aydınlanma" ve laik düşünce ile ne derece kabili te"lif olduğu çok su götürür bir meseledir.

Bu konuşmada herşeyden daha ziyade dikkatimi çeken terkip, sayın Cumhurbaşkanı"nın kullandığı "Türk Aydınlanma Çağı" kavramı oldu. Aydınlanmanın Batı"daki tarihi ve sosyal gelişimini bilenler için bu kavramı böyle rahat bir tarzda kullanmak, ideolojik düzlemin haricinde hayli tartışma götürür bir tasarruf şeklidir. Keşke bu kadar kolay ve basit olsaydı! Sayın Cumhurbaşkanımız müsterih olmalıdır; ülkemizde, "Türk Aydınlanma Çağı"nın başlangıcından bu yana üç çeyrek asır geçmesine rağmen bir fikir kitabı ikibinin üstündeki tirajlara henüz ulaşmamış, 65 milyon nüfusa karşılık gazete okuru sayısı 3 milyonu aşmamış, ezcümle her "okuryazar" bir "aydın" haline gelememiş de olsa bu toplum, en azından batılı ülkelerde yaşanan haliyle laik kamu düzeninin kıymetinin farkındadır.

FIKRA: ORUÇ, TOP VE İFTAR

Tilki, ormandaki bir ağacın dalına asılmış iştah açıcı bir koyun budunu farkedince hızla yaklaştı ama buda bağlı durumdaki bombayı farkedince ağaçtan uzaklaşıp yere uzanarak beklemeye koyuldu.

Az sonra kurt göründü. Ağaçtaki budu ve tilkiyi farkedince pirelendi,

-Tilki kardeş, baksana ne güzel but asılı ağaçta; niçin yemedin?"

Tilki, sabırlı ve ölgün bir bakışla,

-Ben orucum dedi, istersen sen ye..

Kurt ağaçta asılı buda iştahla saldırdı ve "bommm". On saniye sonra parçalanmış but parçalarını iştahla kemiren tilkiyi gören kurt, son nefesinde öfkeyle tilkiye seslendi,

-Ulan alçak, hani sen oruçtun? Tilki, sükûnetle kurda döndü,

-Az önce top patladı tilki kardeş; duymadın mı?

SÖZ:

"Duymak istemeyen birinden daha sağır kimse yoktur."

William Shakespeare


Kaynak (Arşiv)