Kurtarıla kurtarıla ne hale geldik!
Almanya'da yapılan seçimlerin bizim açımızdan ders alınmak gereken en çarpıcı tarafı, dört sene öncesine nazaran siyasetin temel aktörlerinde, kurumlarında ve oy yüzdelerinde belirgin bir farklılığın olmamasıydı; bizde ise çiçeği burnunda sayılacak kadar yeni partiler, daha şimdiden anketlerde büyük taraftar toplamış görünüyorlar:
AK Parti, kurulalı beri birbuçuk sene bile dolmadı; Genç Parti henüz üç"dört aylık bir maziye sahip; CHP ise ne kadar "yeni", ne kadar "yeniden" nitelikler taşıdığı su götürür olmakla birlikte gündelik siyaset için taze bir aktör sayılır. Bu üç partinin taraftar oranı anketlere göre daha şimdiden % 60'a erişmiş durumda.
Genç ve yakışıklı liderinden başka yönetim ve aday kadrosundan kimseyi tanımadığımız Genç Parti'nin barajı zorladığı haberlerini nasıl yorumlayacağız? Kurulduğu günlerde hepimiz bir zengin çocuğunun siyaset hevesi olarak nitelemiş, neticede yüzdeli değil, bindeli küsürlerle oy alıp yeniden işinin başına döneceğini tahmin etmiştik. Siyaset bilimcileri bu minareye nasıl kılıf geçirirler bilemem ama ben resmen şaşkınlık içindeyim. Açıkçası seçmen eğilimleri beni ürkütüyor. Seçmen davranışının görünürde sadece ve sadece tepkiye kilitlenmesi, bir sıhhat alâmeti sayılabilir mi? Kriter "tepki"ye bağlı kalınca siyasi aksiyon ve sicil değil, hareketsizlik ve "yeni olmak" faktörleri öne çıkıyor. Bir şeyler yaptıkları için değil, tam aksine bir şey yapmadıkları ve söylemedikleri için bazı siyasi aktörlerin taraftar kazanmasında ürkütücü bir gerilim gizli. Karamsar olmamak için elde neyimiz var: Bu gidişle seçimlerin bir çare olmaktan çıkması bile beklenebilir. Çünkü bu durum 99 seçimleri öncesindeki atmosferi andırıyor.
Bu ahvalde seçimlerin 3 Kasım'da yapılması veya ertelenmesi hayati bir mesele olmaktan çıkıyor; halbuki 3 Kasımcı siyaset lobisi, erken seçimleri bir hayat"memat meselesi olarak takdim etmek gayretinde. Bu takdim şeklinde, demokrasinin işleyişini sadece seçim kurumuna bağlı göstermek gibi bir gayret görünüyor; halbuki seçimler, demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri sayılmakla birlikte tamamı değil; demokrasi kavramının içinde sahih temsil var, bağımsız, seri ve âdil işleyen yargı mekanizması var, anayasal güçlerin ülkeyi daima "yönetilebilir" durumda tutmak mecburiyeti var, yönetimin şeffaflığı, gelir dağılımında adâlet, yüksek hayat standartlarına yönelen ve aklî esaslara göre yönetilen iktisadi ve sosyal politikalar var; işbu faktörlerde iyileşme kaydetmeksizin demokrasinin bütün efsûnunu seçimlere bağlamak ve sırf seçimden kerâmet ummak bir nevi gözbağcılıktan öteye gitmiyor.
Türkiye ne kadar "yönetilebilir" bir ülke? Bugünün hükümetinde, bazı işlerin gönüllerince yürümediği için hükümetten şikayet eden hükümet ortakları gördük. Bugünün hükümeti, kendi bütçesi üzerindeki tasarruf haklarını, kabaca bütçenin onda biri nisbetinde kullanabilen bir heyet. Seçim sonrasının hükümeti işbaşına geldiğinde , belki % 10'dan daha küçük bir bütçe hacmi ile karşılaşacak. Bütün ümitleri 3 Kasım'da yapılacak seçime mıhlamanın mantığı yok; siyaset bütçe ile ve bütçe için yapılır!
Bu ortamda "3 Kasım'da seçimlerin yapılması için biz inisiyatif kullandık" anafikriye diğer hükümet ortakları üzerinde psikolojik üstünlük kurma stratejisi izleyen siyasi mahfillerin ne derece şecaat arz ettikleri mâkul bir sualdir. Bahardan bu yana siyasi hayatta inanılmaz değişiklikler oldu; evvela başbakan hastalandı ve tedavi görmeye başladı. Tedavi sürecinde gitgide kötülemesi üzerine farklı hükümet senaryoları gündeme getirildi. Tam o günlerde hükümetin en büyük ortağı durumundaki parti, tam ortadan ikiye ayrıldı. Yine "yeni" bir parti kuruldu ve tam o günlerde hükümetin ikinci ortağı erken seçim fikrini ortaya attı. Tam o esnada Başbakan aniden iyileşip dağ"tepe gezmeye başlarken, Parlamento "kaahir" ekseriyetle erken seçim kararı alıp bir müddet sonra AB Uyum Kanunları denilen paket bir günde Meclis'ten çıkıverdi. Baharın ilk aylarında bir falcı yukarıdaki senaryoyu peşinen haber verse, saçmaladığına hükmederdik ama başa gelince olaylar arasındaki sebep"sonuç ilişkisini unutuverdik. Önceki yılın şubatında çıkan krizin sebep ve sonuçlarını değerlendirirken buna benzer bir unutkanlık içindeydik. Şimdi bize 3 Kasım'ın çözüm tarihi olduğunu söylüyorlar. Doğrusu bu fikir kulağa hiç de inandırıcı gelmiyor.
Ezcümle memleket yine kurtarılmaya muhtaç. Biraz âmiyâne olacak ama, kurtarıla kurtarıla kurtarılacak cihetimiz kalmadı gibime geliyor. Yine de 3 Kasım ertesinin damat namzetlerine başarılar dileyelim.