Kurban derisi ve gerisi...

İlk hâsılat raporları hayal kırıklığı yaratacak kadar düşük; Türk Hava Kurumu'nun kurban derisi toplama kampanyası ile ilgili haberlerde geçen yılın onda biri miktarında deri toplanabildiğinden bahsediliyor. Meseleden "teessürle" bahseden bir gazete, aradaki eksi hâsılat farkının şeriatçı örgüt ve tarikatlara gittiğinden neredeyse emin.

Şeriatçi, tarikatçi, hatta dinci... Doldur ağzını söyle, hatta kavramları ağzından tükürük gibi, mermi gibi savur gitsin, kime değerse değsin; sonra pişkinlikle, "yarası olan gocunsun" diye sırıt! Nasıl olsa Türkiye bir "tarif edilmemiş kavramlar memleketi"dir ve Türkiye lugâtsizlikten çektiği sıkıntıyı, meselâ enflasyondan veya terörizmden çekmemiştir. Lugât deyince bazıları, "kitapçılarda bir sürü lugât var; niçin lugâtsiz olalım ki" diye düşünebilirler. Keşke öyle olsaydı! Lugât deyince iki vazgeçilmez unsurdan bahsediyoruz: İlki kavramlardır ve bunlar lugâtte sol tarafa yazılırlar; ikincisi kavram karşılıkları, yani anlamdır. Aklını yele vermemiş ülkelerde lugâtin her iki tarafı da mazbut ve metîndir; yani tesbit olunmuştur, üzerinde ittifak edilmiştir ve dayanıklıdır. Garâbet burada başlıyor ki, bizde lugâtin her iki unsuru da oynak, değişken ve hercai. Evvelâ kavramları değiştirmekle başladık; onları yeterince dayanıksız hale getirdikten sonra anlamlarında zihin karışıklığı yarattık. Geçenlerde bir avukat ahbabın masasında bir dilbilgisi kitabı gördüm; ihtimâl ki bir dâvâsında kullanmak için önbilgi edinmek ihtiyacıyla kitabı temin etmişti. Hangi dilbilgisi kitabı, hangi sözlük, hangi imlâ kılavuzu veya hangi bilirkişi heyetidir ki Türkçeyle ilgili bir ihtilâfta hakemliğini ve otoritesini münakaşasız kabul ettirebilecektir diye düşünmekten kendimi alamadım; bu ülkede kanun metinleri, yargı kararları bile Türkçe zaafiyetiyle mâlum haldedir.

Hayır efendim, şeriatçi, tarikatçi örgüt filan değil kurban derilerini THK'na kaptırmayan, sadece şartlı tepki haline gelmiş bir inat; öyle bir inat ki, deriyi THK yerine sokaktan geçen bir dilenciye bile verseniz kendinizi muzaffer ve mutmain hissediyorsunuz, "THK'na vermedim ya, kime giderse gitsin" mantığının doğurduğu bir tatmin hissi. Niçin böyle? Niçin vatandaş doğru dürüst tanımadığı, nasıl işlediğini, ne yaptığını bilmediği THK'na karşı bu kadar peşin ve kesin bir alerji duyar? Cevap sorunun içindedir; tanımıyor, bilmiyor ve şüphe duyuyor. Açık söylemek lâzımsa THK'nun sıradan bir vatandaşta bıraktığı intiba, öğrencilerin eline tutuşturulan veya muhtarlar aracılığı ile kapı kapı dağıtılan sarı renkli fitre zarfları ile kurban bayramlarında sokaklara dökülen deri toplama kamyonetlerinden ibarettir. Hep alan, hiç vermeyen, hiç ortalıkta görünmeyen bir kurum; üstelik 28 Şubat sürecinde bu kurum, özellikle kurban derisi meselesinde öylesine itici bir tavırla laikçi kanadın kalesi ve işbirlikçisi gibi gösterildi ki, o güne kadar THK'na antipati beslemeyenler bile soğukluk duyar oldular. Hele THK'na verilmeyen her derinin "şeriatçılara, tarikatçılara" gittiği dedikodusu, bu gibi işlere fazlaca aldırış etmeyen insanlarda bile "politik bir dikkat" geliştirdi.

Şimdi yine aynı terâne: "Dinciler, şeriatçiler, tarikatçiler derileri kapıp götürdü" propagandası, seneye daha büyük hâsılat düşüklüğünden başka işe yaramaz. Hiç düşündünüz mü peki; senenin 364 günü isabetli veya isabetsiz şekilde "dinci, tarikatçi" dediğiniz insanlardan gidip kurban derisi istiyorsunuz, âlâ; size deri vermesi için bir tane olsun mâkul sebep gösterebilecek misiniz? Kurban dinî bir ibâdet; üstelik özel mülkiyet kapsamında bir menkûl değer. En iyisi, "Eti senin derisi benim" diye kanun çıkarın olsun bitsin. Olmaz! Öyleyse gelsin tehdid, gelsin tahkir, gelsin siyasi propaganda! Derisini rızasıyla hediye edenlere bir teşekkür mektubu, bir aydınlatıcı bilgi notu bile göndermek kimsenin aklına gelmez. Her Kurban Bayramı'nda kamu gücü desteğini de arkasına alarak sokak sokak deri avına çıkıp "ihbar değerlendirmek", kurumu halk nezdinde büsbütün sevimsiz hale getiriyor.

Toplam meblağ ne kadar büyük olursa olsun kurban derisi meselesi, devlet"toplum ilişkilerinin Türkiye'de ne kadar yanlış tasarlandığını gösteren en küçük misâllerden birisidir. Dışardan bakıldığında manzara, tam bir "dinî ritüele müdahale" vak'asıdır. Bu sene zannımca mülki idare âmirlerinin deri toplama işinde THK'na sınırlı destek vermesiyle hâsılat düştü. Çâresi daha fazla kamu gücü kullanarak seneye yeni bir kurban derisi terörü estirmek değildir, tam aksine "biz nerede yanlış yaptık; bu güzel kurumu nasıl antipatik hale getirdik, deri istediğimiz bu insanlar kimdir, ne düşünür, neye inanır, nasıl davranırlar" diye oturup adamakıllı düşünmektir. Lâkin lugâtsiz bir cemiyette düşünce üretmek o kadar kolay olmuyor işte!


Kaynak (Arşiv)