Küçük saadetler uzmanlığı üzerine
Çetin Altan'ın ikide bir pek tatlı bir üslupla tekrarladığı "enseyi karartmayın" öğüdüne bayılıyorum. İnsan yaşlandıkça tecrübe denilen şeyin değerini de anlamaya başlıyor. Ben kısa pantolonlu bir ilkmektep talebesiyken Çetin Altan yine Çetin Altan'dı ve belki de Akşam'daki sütun başlığının çağrıştırdığı bir ilhamla memlekette taşlanması gereken üç-beş "kötü adam"dan biriydi! 60'lı yılların ortalarında Sivas'a bir TİP heyeti gelmişti; Mehmet Ali Aybar vardı, Sadun Aren vardı; Çetin Altan da var mıydı hatırlamıyorum. Harran ovasını tetkike gelmiş Amerikan tarım heyeti gibiydiler. Mitingleri, o günün şartlarında pek mütevazı geçmişti. Öyle günlere kaldık ki TİP, Türkiye'de sosyalist hareketin aristokrat zümresi gibi kıvamlandı zihnimde; keşke Türk siyasi hayatınının atardamarlarından birisi olarak kalıp da sosyalist cereyanın kalitesini denetleyen bir mevkiide varlığını sürdürebilse ve sol geleneğin tesisinde etkili olabilselerdi.
Şimdi içimden diyorum ki, Çetin Altan enseyi karartmayın diyorsa, vaziyet o kadar da ümitsiz değildir. Biz genellikle meseleleri en vahim ve en bedbin çehresiyle görüp karamsar değerlendirmelerde bulunuyoruz. İğneyi kendime yöneltiyorum: Bu sütunda yazdığım şeylerin çoğunluğu, "öyle olmaz, böyle gitmez, nedir bu ihmal ve dalâlet" kabilinden kötümser tenkidler. Yanlış değil belki ama mütemadiyen itham eden ve eleştiren bir bakış açısını tercih etmenin de tenkide açık bir tarafı vardır. Bir okuyucu olarak neredeyse her defasında elimdeki gazeteleri katlayıp bıraktığımda zihnimde kalan intibâ genellikle "kahır"dan ibaret kalıyor; öyle ki üstüne Reha Muhtar'ın haberlerini dinlemek, televolele sululuklarından birkaç kuple seyretmek bile bu çöküntü psikolojisinden sıyrılmaya yetmiyor. Saadettin Teksoy'un her hâl ü kârda çöküntü hâleti üzerinde sağaltıcı bir tesir yaptığını farkettim fakat hazreti her gün ele geçirmek kabil mi? O zaman gelsin siyah-beyaz yerli filmler, gelsin arabesk klipler... Bu arada TRT-4'ün arşivden derleyip de ucu ucuna ekledikleri müzik programlarına vefâsızlık etmeyelim; bana kalırsa TRT, hamamın nâmusunu, "yükselen değer"lere aldırış etmeden yayınladığı eski müzik programlarını tekrar be tekrar yayına koyarak kurtarıyor.
Herkes, herşeyi tenkid ederken Çetin Altan'ın "olur böyle şeyler, enseyi karartmayın" ikazı, benim için değme terapi seanslarından daha değerli. "Türkiye'de güzel şeyler de oluyor" klişesinden farklı bir şey bu; bakış açısını değiştirmekle ilgili. Açı değişince anlam da değişebilir ve çoğunlukla anlam, olgunun kendisinden ziyade bize ait, bizim ürünümüz olan bir şeydir. Hiç kimsenin hayatı yaşanılır kılan, küçük ama değerli ayrıntıları, tatsızlıkların gölgesinde ekşitmeye hakkı yok. Hayatı çekilir veya yaşanılmaz kılan hadiselerin yekûnu itibariyle dün ile bugün arasında, 21. yüzyılla milâttan önce 8. asır arasında keyfiyet farkı bulunmuyor. "Değişim" kavramı, çağdaş bir idol haline geldi. Değiştiğini zanneden bizleriz, ne kadar çok şeyi değiştirebileceğimiz yolundaki hüsnükuruntu ise insanların ezelî yanılgısı.
Total düşünmek, kaç kuşaktan beridir Türk mentalitesini bozuyor; bu memleketin kıraathanelerinde bile yüzbinlerce insan çaylarına memleket ve dünya ahvalini katık ediyorlar. Basının üslûbu, eğitim tarzımız, tarihimiz ve kültürümüz bu total düşünme alışkanlığını teşvik ediyor. Tamam, buhranlı bir dönemden geçiyoruz; dünyanın pek çok ülkesinde, bizim mâruz kaldığımız zihnî problemler aynı ağırlıkta yaşanmıyor. XX. Yüzyılda siyasi sistemimizi, eğitim tarzımı, dilimizi, tarihimizi ve üretim biçimimizi değiştirdik; coğrafyamız ve zihnî ufkumuz daraldı. Bunca sarsıntının hepimizde bir takım zihnî ârızalara yol açması mukadderdi fakat daima büyük ölçekli düşünme alışkanlığını artık kararında bırakmamız gerekiyor; ayrıntıları algılamakta gösterdiğimiz zaaf, bütünle parça arasındaki ilişkileri kavramaktaki beceriksizliğimizin eseri.
"Enseyi karartmamak", asla ıskalamaması gereken, dervişâne, feylesofâne bir öğüt. Gökkubbenin altında, aslında yeni ve değişik hiçbir şeyin yaşanmadığını bilenler, bu nükteyi kavrayacak kadar tarih bilincine sahip olanlar, küçük saadetleri büyütmeyi de bilirler; "total saadet" diye bir şey yoktur. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama tam da sadede uygun bir söz: "Mutluluk o kadar küçük parçalar halindedir ki, onları bir araya getirip bir bütün haline koymak daima imkânsızdır!"