Köşe yazarlığına ve Tekel gazetesine dair

"...Çölaşan, bundan sonra okurlarıyla nasıl buluşacağına dair şüphe duymadığını belirterek, 'herhalde boşta kalmayız' dedi. Bu sırada söze eşi Tansel Çölaşan katılarak, 'Gideceğin yer var mı Emin? Tekel var' diye konuştu."

Akşam gazetesi önceki gün böyle yazdı. Yukardaki alıntıyı okurken Tekel diye bir basın-yayın kuruluşunun varlığından bahsedilmesi dikkatimi çekti. "Gideceğin yer mi var; yok. O halde sen de Tekel'e gider, orada yazarsın" mânâsında anladım; sonra da saflığıma bir güzel güldüm.

Dedikodu iştah açıcıdır; hele başkalarının üzüntüsü veya felâketi evirip çevirilmekteyse biz insanlar bundan mutluluk hormonu bile imbiklemeyi beceririz. Halbuki Ragıp Paşa buyurmuştur ki, "Mürüvvetmend olan nâkâmî-i düşmenle kâm almaz". Dedelerinin konuştuğu Türkçe'ye İngilizce'ye gösterdikleri hatırnazlığı esirgeyen genç okuyucu nesli için tercüme edersek şöyle diyor Ragıp Paşa: "Yüksek insanlık vasıfları taşıyan birisi, sevmediklerinin talihsizliğinden mutluluk hissesi çıkarmaz". Tercüme dedik ya, sebepsiz değil; mânâ itibariyle üç aşağı beş yukarı birbirine denk olsa bile mısrâın aslı ile açıklaması arasında mühim bir idrak ve zevk farkı var.

Siyasette her hangi bir kişinin herhangi bir makama şahsi temellük hakkı olmadığı gibi yazarın da herhangi bir gazeteyle ilânihâye köşe yazmak gibi bir imtiyazı yoktur; o yüzden "kalemi elinden alındı, fikirlerini ifade etmesine imkan tanınmadı, sansüre uğradı" gibi lâfları gayrıciddi bulurum. Başkalarını merak ettirecek derecede fikir sahibi olanlar, nasıl olsa yazacak bir zemin bulur, o da olmadı bir web sitesi kurarak okuyucularını şâd ü handân edebilirler.

Ama Tekel diye bir yayın organı yok; daha doğrusu hem var, hem yok. Eğer varsa o, Çölaşan'ın işine son verilmeden önce yazdığı grubun adıydı.

Gelelim şu "boşta kalmak" meselesine; "herhalde boşta kalmayız" sözünün mazmunundan anlaşılan şudur; bir başka gazetede yazmak. Sual şu; bir yazar gazetede yazmadığı zaman boşta kalmış mı olur?

Eğer ekmeğini gazeteden aldığı para ile kazanıyorsa evet; ama değilse hayır. Bütün varoluş sebebini yazmak üzerine kuran birisi yoktur, olamaz; böyle bir inanç budalalıktır. Ara sıra "yazmazsam ölecektim" diye garip bir tarzda şişinenleri duyarız. Böylesi ölüm tehlikelerinden kurtulmanın yolu kolaydır; bir bakkala gidilir, defter ve kalem alınır, yazılır ve ölümden kurtulmuş olunur.

Acı veren yazmamak değil, gelir ve statü kaybıdır; gazete okuyucusunun hâfızasına ve vefâsına güven olmaz. Şöhreti kanıksayanlar için evet; iyi bir gazetede yazamamak, ekrana çıkamamak çok acı verici bir şey olsa gerektir.

"Yazmasam da olur; yazmak dışında beni hayata teyelleyen daha pek çok meşgalem var" diyebilmeli bir yazar; bir telefonla, e-mektupla veya zarfla işine son verildiğini öğrendiğinde "yazar olmayan aksâmı" ile de ayakta durabilmeli.

Emin Çölaşan için değil, herhangi bir yazardan bahsediyorum, daha çok kendimden; yaptığımız işin "ne idüğü" hakkında sağlam bir bakış açımız olmalı; yazarlık misyonumuzu memleketi kurtarmak gibi ulvî maksatlara rabtetmek yerine daha alçakgönüllü ve mülayim bir bakış açısıyla iktifa etmek, hayalkırıklıkları için birebirdir.

Şimdi Emin Çölaşan'dan bahsediyorum; köşesini kaybetmesine üzülmedim; benim için "okunmazsa olmaz" kabilinden bir değer taşımadı. Haber kaynakları dışında orijinalliği yoktu; yerinin korsan derecede kalp bir taklidiyle ikaame edilmesi ise "Tekel" gazetesini yönetenlerin bileceği iştir.


Kaynak (Arşiv)