Kobani'de duvara toslayan dış politikamız
Yanlış dış politika, Türkiye’nin Suriye sınırındaki paylaşılamayan bölge Kobani’de görünür hale geldi.
Kobani bir süre önce, Suriye’deki iç çatışmadan yararlanan PKK paralelindeki PYD güçlerinin hakimiyet ilan etmesiyle dikkati çekmiş ve burada, yani Rojava’da otonom bir Kürt kantonu kurulduğu ilan edilmişti. Türkiye bu oldu-bittiyi hoşnutlukla karşılamadı; çünkü bu hiç beklemediği ve topluma kolay anlatamayacağı bir sürpriz gelişme anlamına gelecekti: TC ile PKK’nın sınır komşusu olması. Bu yargı hiç de abartılı sayılmaz; çünkü PYD, bölgede hakimiyeti ele geçirdiği ilk günden itibaren üç renkli bayrağını sınıra çekerek diplomatik çevrelere açık mesaj göndermişti.
Öyle anlaşılıyor ki TC Hükümeti, yanlış Suriye politikası sebebiyle hiç ummadığı yerden zuhur eden bu “sivilce”den duyduğu hoşnutsuzluğu, Esed’le çatışan muhalif örgütlere verdiği açık desteği artırarak dışa vurdu. Bu desteğin son günlerde dört harften ibaret yeni bir fenomene dönüştüğünü bilmeyen kalmadı: IŞİD, yani Irak Şam İslâm Devleti. Henüz birkaç aylık geçmişe sahip bu örgüt, birkaç haftadan beri Ortadoğu siyasetinin en keskin belirleyeni durumuna geçti. Bir ay önce, -belli ki Türk Hariciyesi’nin bile haberi olmadan- Musul’u aniden işgal etti ve aynı dakikalarda Türkiye’nin Musul başkonsolosluğunu işgal ederek özel güvenlik güçleri de dahil olmak üzere bütün personeli rehin aldı.
Türkiye, küçük düşürücü bu saldırının karşılığını hâlâ verebilmiş değil. Canlı kalkan gibi kullanıldığı anlaşılan rehinelerin can sağlığı için Türkiye, IŞİD saldırganlarına karşı neredeyse müşfik bir dil kullanıyor!
Rojova’nın Kobani mıntıkasında PYD güçlerine karşı IŞİD militanlarının çatışması ve bölge hâkimiyetini ele geçirmek için iki tarafın büyük bir kavgaya tutuşması Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış siyaset öngörüsüzlüğünü bütün çıplaklığı ile teşhir ediyor. PYD, Türk hükümetinin rahatça görüşebilmek için özel torba kanun çıkarttığı PKK’nın amcaoğlu sayılacak kadar yakını olan bir örgüt. 15 yıldan beri İmralı’da mahpus sıfatıyla cezasını çeken Öcalan, adadan gönderdiği direktiflerle Kobani’de seferberlik ilan etti. Buna mukabil bölge denkleminin bir başka usta oyuncusu İran ise Türkiye’nin Türk Hava Yolları aracılığı ile yüz civarında Tacik militanı Rojava’da IŞİD’e katılmak üzere transfer ettiğini ileri süren garip bir haber yayınladı.
Türkiye’nin IŞİD ile ilgisinin o meşhur fıkrada olduğu gibi “Baba bir hırsız tuttum-Getir oğlum-Gelmiyor-Sen gel o zaman-Bırakmıyor ki baba!” paradoksuna dönüştü. Türkiye IŞİD ile yakınlığını resmi düzlemde reddederken, elli civarındaki Türk rehinenin can güvenliği söz konusu olduğunda daha ılımlı, hatta ricacı denilecek bir üslubu tercih ediyor. Türkiye Rojava’da taraf halinde çatışan her iki örgütle bir şekilde ilişkili, her iki örgütten de rahatsız, tuhaf bir fotoğraf veriyor. Kadim bir devlet geleneğine yaslandığını ileri süren bir ülkenin bölge aktörleriyle çok yönlü ilişkiler geliştirmesi yadırganmaz; yadırganması gereken bu ilişkilerin skandal kavramını aşacak boyutlarda diplomatik bir rezalete dönüşmesidir.
Türk ordusu, Rojava ile ortak hududun Türk tarafında gerekli tedbirleri almaya başladığını duyurdu geçen hafta; buna mukabil çok sayıda TC vatandaşı sivil Kürt gönüllü ise Kobani’deki IŞİD ilerleyişini durdurmak, sınırda Türk bayrağının yanına çekilen IŞİD bayrağını indirip yeniden PYD bayrağını yükseltmek için artık beş kuruşluk fermuar kadar hükmü kalmayan Türk hududunu aşıp Rojava’ya geçti.
PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim’in şu sözleri, bu ilginç fotoğrafın altına düşülmesi gereken en ilginç dipnot olabilir; bu sözleri Türk Hariciyesi’ni yönetenlerin iyi düşünmesi gerekiyor. Şöyle söylüyor Salih:
-Türkiye havada duran elimizi tutsun… Şu an IŞİD’in önündeki en büyük engel biziz. Türkiye’nin şunu düşünmesi gerekiyor. Birincisi; IŞİD bizi yenerse ne olur? İkincisi; biz ve IŞİD çatışmasızlık anlaşması yaparsak ne olur?
…
Cevabı bilebildiğim kadarıyla ben vereyim: Henüz hakkında doğru dürüst bir yargı kararı bile olmayan bir sivil toplum örgütünü, büyükelçiler iftarında dünyanın bütün ülkelerinin temsilcilerine sızlanarak şikayet eden Başbakan Erdoğan’ın, bu türden dramatik sorulara verilecek tutarlı bir cevabı yok.
Keşke aksini söylemek mümkün olsaydı!