Kışkırtmaya gelmeyiz; ayağımızla gideriz!

Kışkırtılanı ayıpladık; kendilerinden umduğumuz olgunluğu sergileyemedikleri için tenkid ettik, hatta mûtaddan daha sert bir dil kullandık.

Yapılması gerekliydi, yine de gereklidir. Bugünlerde kışkırtıcıların tahrikine uymamak "vatanî hizmet" tertibindendir.

Biz hâdiseyi, bir kereliğine olup bitmiş, fevrî ve tesâdüfi bir talihsizlik diye görmüştük sıcağı sıcağına. Hattâ içimden, "üç-beş kişiye bu kadar yüklenmek mertlik midir" diye düşündüğüm de oldu. Ne var ki Trabzon'daki gerginliğe yol açan grubun, herhalde "dem bu demdir" fehvâsıyla meselenin üstüne üstüne gitmesi de görmezden gelinemez. Neredeyse her gün bu aşırı solcu kliğin yeni bir eylemine şahit oluyoruz. Ellerindeki pankart ise çok dikkat çekici ve "uyandırıcı": "Provokasyonlara gelmeyeceğiz" diyorlar. Galiba bu ifade doğru; provokasyona gelmiyorlar, bilakis üstüne üstüne gidiyorlar. Bundan âlâ propaganda mı olur; on gün öncesine kadar kimsenin haberdar olmadığı bir klik, bugün bütün haberlerde kendisinden bahsettirmeyi başardı.

"Efendim demokratik haklarını kullanmasınlar mı?" Mesele hakkın kullanılmasından değil, sınırlarının aşılmasından kaynaklanıyor. Hak çerçevesinde kalındığında aşırı sol retoriğin esâmisi okunmuyor, bildiri de dağıtıyorlar, dergi de satıyorlar, miting de yapıyorlar; çoğunlukla kendilerinden başka kimsenin haberi bile olmayan, ses getirmeyen eylemler bunlar. O zaman demokratik hakkın sınırlarını aşarak "ses çıkarmak" yoluna göz dikiyor ve kendi anlayışlarına göre başarılı oluyorlar!

Avrupa Birliği üyeliği uğruna yapılan reformlar, devlet güçlerinin ayağına dolaşmaya başladı. Hâl-i hâzırdaki ufak tefek kusurlarına rağmen Ceza Kanunu'nu bile bu uğurda yeniden ele almaya mecbur bırakıldık. Sert virajlar dönülürken savrulmak tabiidir; şu an savrulma hâlindeyiz ama sarsıntılara bakarak reformlardan geriye dönmeyi akla bile getirmemek lâzım. Bu kışkırtıcı eylemler neticede Türkiye'nin uluslararası itibarını ve güvenilirliğini düşürmek için kasden yapılıyor. Maazallah: Kışkırtmalar son haddine kadar sürecek, ortalık kan gölüne dönecek, bazı demokratik haklar askıya alınıp olağanüstü hal yönetimine geçilecek ve uğursuza gün doğacak. Hesap bu; göz göre göre bu oyuna gelinir mi?

Göz göre göre bu oyuna geliniyor; işte buna tahammül etmek güç.

"Efendim adamlar bayrağımıza hakaret ediyorlar; tepki göstermeyelim mi?" denilebilir; elbette ama tepkinin de cinsi, dozu, zamanı ve anlamı var. Pencerelere bayrak asmak zarif bir jestti, sessiz ama anlamlı bir tepkiydi ama zincirleme mitinglerle tepkiyi sokağa taşımak gerekmezdi bana göre.

Eğer kışkırtıcının stratejisi, sizin aşırı tepki vermeniz üzerine binâ edilmişse, -ki öyle olduğu anlaşılıyor-, bekleneni yapmak, o oyuna iştirak etmek olur. Kışkırtıcılar ideolojik şartlanma ve motivasyonla hareket ediyorlar; o yarı bilinç halindeki insanlar, sırf propaganda malzemesi teşkil edeceği için maksatları uğruna ölmeyi, öldürmeyi zihnen sindirmişlerdir. Defalarca örneğini gördük, yaşadık. Takdim edildiği şeklinin aksine bu gruplar, örgüt içinde "nekrofil" (ölüm fikrine tapınma ve yüceltme) bir bakış açısı dikte etmişlerdir. Ezcümle, bir kışkırtıcı, hedef aldığı topluluğun davranışlarını sağduyudan uzaklaştırdığı ölçüde kendini başarılı sayar. O ancak mağdur duruma düştüğü zaman davranışını meşrulaştırabileceğini ve dikkat çekebileceğini iyi hesaplamıştır. Bu insanlar provokasyon konusunda ciddi örgütiçi eğitim görürler zira o zehâba göre provokasyon kendi başına anlamlı bir eylem biçimidir.

Aldırış etmemekle vakarı muhafaza arasında kıldan ince kılıçtan keskin bir fark var. Sabretmek zor ama temkin üzre vakarı muhafaza şart.

Sair ihtimâller kaosa gider; aman ihtiyat!


Kaynak (Arşiv)